Muhakemat, Birinci Mukaddeme, 25. sayfadasınız.

Bununla beraber Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, âyât-ı beyyinatın telâfifinde maksad-ı hakikîye telvih ve işaret ettiği gibi, bazı zevahir-i âyâtı—kinayede olduğu gibi—maksada menâr etmiştir.
Hem de usul-ü mukarreredendir: Sıdk ve kizb, yahut tasdik ve tekzip, kinayât ve emsallerinde, fenn-i beyanda "maânî-i ûlâ" tâbir olunan suret-i mânâya raci değildirler. Ancak "maânî-i sânevî" ile tâbir olunan maksat ve garaza teveccüh ederler. Mesela: "Filânın kılıncının bendi uzundur" denilse, kılıncı olmazsa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir. Hem de, nasıl kelâmda bir kelime, istiâreye karine-i mecazdır. Öyle de, kelime-i vahid hükmünde olan kelâmullahın bir kısım âyâtı, sair ihvanının hakikat ve cevherlerine karine ve rehnümâ ve komşularının kalblerindeki sırlara delil ve tercüman oluyorlar.
Elhasıl: Bu hakikati pîş-i nazara getiremeyen ve âyetleri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur Bektaşî gibi—ki, namazın terkinde taallül yolunda demiş: "Kur'ân diyor لاَ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ 1 ilerisine de hafız değilim"—nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır.

Bununla beraber Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, âyât-ı beyyinatın telâfifinde maksad-ı hakikîye telvih ve işaret ettiği gibi, bazı zevahir-i âyâtı—kinayede olduğu gibi—maksada menâr etmiştir. Hem de usul-ü mukarreredendir: Sıdk ve kizb, yahut tasdik ve tekzip, kinayât ve emsallerinde, fenn-i beyanda "maânî-i ûlâ" tâbir olunan suret-i mânâya raci değildirler. Ancak "maânî-i sânevî" ile tâbir olunan maksat ve garaza teveccüh ederler. Mesela: "Filânın kılıncının bendi uzundur" denilse, kılıncı olmazsa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir. Hem de, nasıl kelâmda bir kelime, istiâreye karine-i mecazdır. Öyle de, kelime-i vahid hükmünde olan kelâmullahın bir kısım âyâtı, sair ihvanının hakikat ve cevherlerine karine ve rehnümâ ve komşularının kalblerindeki sırlara delil ve tercüman oluyorlar. Elhasıl: Bu hakikati pîş-i nazara getiremeyen ve âyetleri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur Bektaşî gibi—ki, namazın terkinde taallül yolunda demiş: "Kur'ân diyor لاَ تَقْرَبُوا الصَّلاَةَ 1 ilerisine de hafız değilim"—nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır.