Muhakemat, Sekizinci Mesele, 90. sayfadasınız.

burhanın gösterdiği gibi olmasın. Zira akıl herbir şeyi derk edemez. Aklımız da buna ihtimal verir."
Evet, yok; belki ihtimal veren vehminizdir. Aklın şe'ni burhan üzerine gitmektir. Evet, akıl herbir şeyi tartamaz; fakat böyle maddiyatı ve en küçük hâdimi olan basarın kabzasından kurtulmayan bir emri tartar. Faraza tartmaz ise, biz de o meselede çocuk gibi mükellef değiliz.
Tenbih
Ben "zahirperest" ve "nazar-ı sathî sahibi" tâbiriyle yad ettiğim ve tevbih ve tânif ile teşhir ettiğim muhatab-ı zihniyem, ağleb-i halde ehl-i tefrit olan ve cemâl-i İslâmı görmeyen ve nazar-ı sathiyle uzaktan İslâmiyete bakan hasm-ı dindir. Fakat, bazan ehl-i ifrat olan, iyilik bilerek fenalık eden dinin cahil dostlarıdır.
Beşinci belâ: Ehl-i tefrit ve ifrat olan biçarelerin ellerini tutarak zulümata atan birisi de, her mecazın her yerinde taharrî-i hakikat etmektir. Evet, mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır ki, mecaz ondan neşvünema bularak sümbüllensin. Veyahut hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden şişesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve ayakta aramak abestir.
Altıncı belâ: Nazarı tams eden ve belâğatı setreden, zahire olan kasr-ı nazardır. Demek, ne kadar akılda hakikat mümkün ise, mecaza tecavüz etmezler. Mecaza gidilse de meâli tutulur. Bu sırra binaendir: Âyet ve hadisin tefsir veya tercümesi, onlardaki hüsün ve belâğatı gösteremez. Güya onlarca karine-i mecaz, aklen hakikatin imtinâıdır. Halbuki, karine-i mânia, aklî olduğu gibi, hissî ve âdî

burhanın gösterdiği gibi olmasın. Zira akıl herbir şeyi derk edemez. Aklımız da buna ihtimal verir." Evet, yok; belki ihtimal veren vehminizdir. Aklın şe'ni burhan üzerine gitmektir. Evet, akıl herbir şeyi tartamaz; fakat böyle maddiyatı ve en küçük hâdimi olan basarın kabzasından kurtulmayan bir emri tartar. Faraza tartmaz ise, biz de o meselede çocuk gibi mükellef değiliz. Tenbih Ben "zahirperest" ve "nazar-ı sathî sahibi" tâbiriyle yad ettiğim ve tevbih ve tânif ile teşhir ettiğim muhatab-ı zihniyem, ağleb-i halde ehl-i tefrit olan ve cemâl-i İslâmı görmeyen ve nazar-ı sathiyle uzaktan İslâmiyete bakan hasm-ı dindir. Fakat, bazan ehl-i ifrat olan, iyilik bilerek fenalık eden dinin cahil dostlarıdır. Beşinci belâ: Ehl-i tefrit ve ifrat olan biçarelerin ellerini tutarak zulümata atan birisi de, her mecazın her yerinde taharrî-i hakikat etmektir. Evet, mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır ki, mecaz ondan neşvünema bularak sümbüllensin. Veyahut hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden şişesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve ayakta aramak abestir. Altıncı belâ: Nazarı tams eden ve belâğatı setreden, zahire olan kasr-ı nazardır. Demek, ne kadar akılda hakikat mümkün ise, mecaza tecavüz etmezler. Mecaza gidilse de meâli tutulur. Bu sırra binaendir: Âyet ve hadisin tefsir veya tercümesi, onlardaki hüsün ve belâğatı gösteremez. Güya onlarca karine-i mecaz, aklen hakikatin imtinâıdır. Halbuki, karine-i mânia, aklî olduğu gibi, hissî ve âdî