Şualar

Şualar, Vahdaniyetin İkinci Muktazisi, 47. sayfadasınız.

bütün meyvelerini temâşâ eder, "Biz biriz ve bir elden çıkmışız, bir tek Zâtın malıyız. Ve birimizi yapan, elbette umumumuzu O yapar" derler. Öyle de, daire-i kesretin nihayetlerindeki zîhayat ve zîhayatın ve hususan insanın yüzündeki sikke ve kalbindeki fihristiyet ve mahiyetindeki neticelik ve meyvelik cihetiyle, doğrudan doğruya bütün kâinatı kabza-i rububiyetinde tutan Zâta bakar ve vahdetine şehadet eder.
VAHDÂNİYETİN İKİNCİ MUKTAZİ
Vahdette vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylık ve şirkte imtinâ derecesinde bir suubet ve müşkülât bulunmasıdır. Bu hakikat ise, İmam-ı Ali radıyallahu anhın tâbirince, Sirâcü'n-Nur'un çok risalelerinde ve bilhassa Yirminci Mektupta tafsilen ve Otuzuncu Lem'anın Dördüncü Nüktesinde icmalen, gayet kat'î ve parlak bir sûrette ispat ve izah edilmiş ve gayet kuvvetli burhanlarla gösterilmiştir ki:
Bütün eşya bir tek Zâta verilse, bu kâinatın icadı ve tedbiri, bir ağaç kadar kolay; ve bir ağacın halkı ve inşası, bir meyve kadar suhuletli; ve bir baharın ibdâı ve idaresi, bir çiçek kadar âsân; ve hadsiz efradı bulunan bir nev'in terbiyesi ve tedbiri, bir fert kadar müşkülâtsız olur.
Eğer, şirk yolunda esbâb ve tabiata verilse, bir ferdin icadı, bir nevi, belki neviler kadar, ve bir çiçeğin hayattar ibdâı ve teçhizi bir bahar, belki baharlar kadar; ve bir meyvenin inşa' ve ihyâsı, bir ağaç, belki yüz ağaç kadar; ve bir ağacın icad ve inşa ve ihya ve idare ve terbiye ve tedbiri kâinat kadar, belki daha ziyade müşkül olur.
Madem Sirâcü'n-Nur'da hakikat-ı hal böyle ispat edilmiş ve madem, bilmüşahede gözümüz önünde görüyoruz ki, gayet derecede san'atlı ve kıymettarlıkla beraber nihayet derecede bir mebzuliyet var. Ve her bir zîhayat fevkalâde mu'cizâne ve harika ve çok cihazatları bulunan birer makine-i acîbe olmakla beraber,

bütün meyvelerini temâşâ eder, "Biz biriz ve bir elden çıkmışız, bir tek Zâtın malıyız. Ve birimizi yapan, elbette umumumuzu O yapar" derler. Öyle de, daire-i kesretin nihayetlerindeki zîhayat ve zîhayatın ve hususan insanın yüzündeki sikke ve kalbindeki fihristiyet ve mahiyetindeki neticelik ve meyvelik cihetiyle, doğrudan doğruya bütün kâinatı kabza-i rububiyetinde tutan Zâta bakar ve vahdetine şehadet eder. VAHDÂNİYETİN İKİNCİ MUKTAZİSİ Vahdette vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylık ve şirkte imtinâ derecesinde bir suubet ve müşkülât bulunmasıdır. Bu hakikat ise, İmam-ı Ali radıyallahu anhın tâbirince, Sirâcü'n-Nur'un çok risalelerinde ve bilhassa Yirminci Mektupta tafsilen ve Otuzuncu Lem'anın Dördüncü Nüktesinde icmalen, gayet kat'î ve parlak bir sûrette ispat ve izah edilmiş ve gayet kuvvetli burhanlarla gösterilmiştir ki: Bütün eşya bir tek Zâta verilse, bu kâinatın icadı ve tedbiri, bir ağaç kadar kolay; ve bir ağacın halkı ve inşası, bir meyve kadar suhuletli; ve bir baharın ibdâı ve idaresi, bir çiçek kadar âsân; ve hadsiz efradı bulunan bir nev'in terbiyesi ve tedbiri, bir fert kadar müşkülâtsız olur. Eğer, şirk yolunda esbâb ve tabiata verilse, bir ferdin icadı, bir nevi, belki neviler kadar, ve bir çiçeğin hayattar ibdâı ve teçhizi bir bahar, belki baharlar kadar; ve bir meyvenin inşa' ve ihyâsı, bir ağaç, belki yüz ağaç kadar; ve bir ağacın icad ve inşa ve ihya ve idare ve terbiye ve tedbiri kâinat kadar, belki daha ziyade müşkül olur. Madem Sirâcü'n-Nur'da hakikat-ı hal böyle ispat edilmiş ve madem, bilmüşahede gözümüz önünde görüyoruz ki, gayet derecede san'atlı ve kıymettarlıkla beraber nihayet derecede bir mebzuliyet var. Ve her bir zîhayat fevkalâde mu'cizâne ve harika ve çok cihazatları bulunan birer makine-i acîbe olmakla beraber,