Emirdağ Lahikası

Emirdağ Lahikası, 4. Mektup, 37. sayfadasınız.

hasbî ve hem de ilim yolundan ve dinî esaslardan hiç ayrılmamıştır. Bunlarda dini âlet etmek ve cemiyet teşkil etmekle emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadığı sarihtir. Şakirtlerin birbiriyle ve Said Nursî ile âdi muhabere mektupları da bu nevidendirler.
1. Said Nursî, İstanbul'da iken kazandığı ehemmiyetli şan u şerefin, kalın bir uykudan ibaret sakîl bir rüya-yı muvakkat, bir sersemlik olduğunu söyler. Ve İstanbul'da bir iki sene gafletle siyasete karıştığından, bunu "dünyanın ölümü" diye tasvir eder. Bu münasebetle, "Eski Said, Yeni Said" diye iki şahsiyet bulunduğunu ve bu şahsiyetlerin birbirinden ayrı olduklarını söyler. Sonra, dokuz adet birincide yirmi kadar risale bulunan mecmuasının sonunda, Isparta'da Risale-i Nur şakirtlerine yazılan mektubun içinde, siyasete tenezzülün hatâ olduğunu söyler.
2. Said Nursî'nin en mühim kitabı olan Hüccetü'l-Bâliğa adlı kitabın bir münâcât kısmında, "Bu dünya fânidir. En büyük dâvâ, bâki olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa, dâvâyı kaybeder. Hakiki dâvâ budur. Bunun haricindeki dâvâlara karışmak zararlıdır. Siyasetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar, selâmet-i kalbini kaybeder" der.
3. Yirmi Altıncı Lem'ada "İhtiyar dünyada benim hakikî vazifem, neşr-i esrar-ı Kur'âniyedir" (Sayfa: 384). Bu memleketle, hamiyet-i İslâmiye noktasından alâkadarım. Yoksa benim ne hanem var, ne evlâdım" (Sayfa: 396).
4. Yirmi Birinci Lem'ada kardeşlerine verdiği öğütlerden birinci düstur: "Amelinizde rıza-i İlâhî olacak, maddî menfaat fikri olmayacak" (Sayfa: 268). Bu yazılarda, "Ben, sofî değilim," "Mesleğimiz tarikat değildir" "Hubb-u câh ve nazarı kendine celb etmek, ruhî bir marazdır. Buna gizli bir şirk denir. Eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu; o makama çok namzetler olurdu. Mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz..."

hasbî ve hem de ilim yolundan ve dinî esaslardan hiç ayrılmamıştır. Bunlarda dini âlet etmek ve cemiyet teşkil etmekle emniyeti ihlâl hareketinin bulunmadığı sarihtir. Şakirtlerin birbiriyle ve Said Nursî ile âdi muhabere mektupları da bu nevidendirler. 1. Said Nursî, İstanbul'da iken kazandığı ehemmiyetli şan u şerefin, kalın bir uykudan ibaret sakîl bir rüya-yı muvakkat, bir sersemlik olduğunu söyler. Ve İstanbul'da bir iki sene gafletle siyasete karıştığından, bunu "dünyanın ölümü" diye tasvir eder. Bu münasebetle, "Eski Said, Yeni Said" diye iki şahsiyet bulunduğunu ve bu şahsiyetlerin birbirinden ayrı olduklarını söyler. Sonra, dokuz adet birincide yirmi kadar risale bulunan mecmuasının sonunda, Isparta'da Risale-i Nur şakirtlerine yazılan mektubun içinde, siyasete tenezzülün hatâ olduğunu söyler. 2. Said Nursî'nin en mühim kitabı olan Hüccetü'l-Bâliğa adlı kitabın bir münâcât kısmında, "Bu dünya fânidir. En büyük dâvâ, bâki olan âlemi kazanmaktır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa, dâvâyı kaybeder. Hakiki dâvâ budur. Bunun haricindeki dâvâlara karışmak zararlıdır. Siyasetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar, selâmet-i kalbini kaybeder" der. 3. Yirmi Altıncı Lem'ada "İhtiyar dünyada benim hakikî vazifem, neşr-i esrar-ı Kur'âniyedir" (Sayfa: 384). Bu memleketle, hamiyet-i İslâmiye noktasından alâkadarım. Yoksa benim ne hanem var, ne evlâdım" (Sayfa: 396). 4. Yirmi Birinci Lem'ada kardeşlerine verdiği öğütlerden birinci düstur: "Amelinizde rıza-i İlâhî olacak, maddî menfaat fikri olmayacak" (Sayfa: 268). Bu yazılarda, "Ben, sofî değilim," "Mesleğimiz tarikat değildir" "Hubb-u câh ve nazarı kendine celb etmek, ruhî bir marazdır. Buna gizli bir şirk denir. Eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu; o makama çok namzetler olurdu. Mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz..."