İdeolojiler Karşısında Bediüzzaman - (6. Bölüm)

09.02.2017

İDEOLOJİLER KARŞISINDA BEDİÜZZAMAN

Cam Kulübeden (6. Bölüm) 

 

M. Akif Memmi:Cam Kulübeden merhaba Ahmet Yıldız ile birlikte programımıza devam ediyoruz. Son bölümümüzde aslında Amerikan merkezli dünya sisteminin, siyasetinin çöküşünden bahsettik. Hatta aklıma gelmişken söyleyeyim. Ocak 2017 sayısında da Kriter Dergisini de biz manşetimize çekmiştik. Liberal Dünyanın Sonu mu diye. Ali Aslan ve Çağatay Özdemir'in güzel bir makalesi vardı orada. Biraz hani nasıl liberal dünyanın ikiyüzlü olduğunu, nasıl işlerine geldiği gibi davrandıklarını ve güç merkezli siyaset güttüklerini konuştuk. Hatta 15 Temmuz örneğini verdik, Sisi örneğini verdik, Bosna savaşını yine örnek olarak verdik. Burada tabi aka şu geliyor.

Ahmet Yıldız:Kosova da bir örnektir. Tersinden okursak.

M. Akif Memmi:Burada acaba Bediüzzaman nerede duruyor? İdeolojilerden haberdar mıydı? Ne kadar haberdardı? Hürriyetten çok net bir şekilde haberdar olduğu ortaya çıkıyor. Diğer ideolojilere bakışı nasıldı? Yakınlık hissediyor muydu? Buna dair elimizde neler var? Ne kadar bilgi sahibiyiz? Ve Bediüzzaman bunlardan ne kadar haberdardır ve ne kadar hani onlara sıcaklık duydu? Buradan başlayalım isterseniz. Benim de bölüm içerisinde sorularım olacak.

Ahmet Yıldız:Aslında bu bir anda da Bediüzzaman batıyı ne kadar tanıyordu sorusuyla eş değer bir soru. Çünkü sonuç itibarıyla batı ideolojileri üzerinden kendisini ifade eden, tanımlayan, tanıtan, yaygınlaşan bir içeriği ifade ediyor. Bu açıdan baktığımızda Bediüzzaman'ı özellikle Mardin'deki siyasal alana olan ilgisi, Namık Kemal'in rüyasını okuması Afgani hareketinden ve Afgani'nin bir öğrencisi üzerinden Afgani'den ve onun temsil ettiği fikirlerden haberdar olması ve sonrasında da Van Valisi Tahir Paşa'nın konağında öncesinde Bitlis valisi Ömer Paşa'nın konağında yoğun bir şekilde hem gazeteler aracılığıyla hem de bu ailelerin sahip olduğu kitaplıklar aracılığıyla yerli ve yabancı basın üzerinden önemli bir batı okuması yaptığını ve batı dünyasından haberdar olduğunu görüyoruz.

Bu açıdan şunu söyleyebiliriz. Bediüzzaman'ın haberdar olmadığı hiçbir ideoloji yok. Çünkü bütün o ideolojiler 19. Yüzyıl zaten ideolojilerin çok yoğun bir şekilde kendisini ifade ettiği ve batıda büyük bir çatışma içerisinde olduğu bir yüzyıldır. Henüz liberalizmin hâkim olduğu bir yüzyıldan bahsetmiyoruz.

M. Akif Memmi:Rekabet halinde...

Ahmet Yıldız:Rekabet halinde milliyetçiliğin hâkim olduğu büyük ölçüde bir yüzyıl. Ama bu milliyetçiliğin liberalizm tarafından belirlendiği, önemli ölçüde belirlendiği ama netice itibariyle henüz liberal bir dünya düzeninin oluşmadığı bir yüzyıl bu.

Fakat bütün bu ideolojilerin öncelikle özellikle 1831'de Osmanlı Hariciye Nezareti bünyesinden tercüme kaleminin oluşturulması, tercüme yapabilecek yeterlilikle batı dillerini bilen uzmanların yetiştirilmesi amacıyla yavaş yavaş bürokratların eğitim görmek amacıyla batıya gönderilmesi ve bunların da dil öğrenirken aynı zamanda canlı olarak batılı ideolojiler ve bunların temsilcileriyle yakın ilişki içerisine girmesi sonucunda Fransız Devrimini de önceleyerek söyleyelim liberalizmin ve liberalizmin peşinden milliyetçilik ve diğer özellikle de sosyalizmin ve diğer bütün ideolojilerin yavaş yavaş Osmanlı aydınları tarafından önce bürokrat aydınları daha sonra ulema sınıfı tarafından da tanınmaya başlandığını ve bunların fikirlerinin Osmanlıda karşılık bulduğunu görüyoruz.

M. Akif Memmi:Bir parantez olarak belki şunu da söyleyebiliriz burada. Bu şeylerden çok daha önce bu tercüme vs. haberlerin tercüme edilmesinden önce gayri müslimler tarafından da çok etkili bir şekilde bu fikirlerin Osmanlıya aktarıldığını söyleyebiliriz.

Ahmet Yıldız:Özellikle liberalizm ve milliyetçilik konusunda bu böyleydi önemli ölçüde. Milliyetçiliğin bu kadar yaygın hale gelmesi bir imparatorlukta bu düşüncelerin doğrudan taşınmasıyla ilişkiliydi.

Bu ideolojiler dolayısıyla Osmanlıda bir karşılık buldu. Her kesimden bir karşılık ama seçmeci bir karşılık buldu. Sonuç. İtibariyle ilk entelektüel aydın hareketi olarak adlandırabileceğimiz Genç Osmanlılar hareketinin liberalizmin İslam'a uyarlanmış bir dünya görüşüne sahip olduklarını parlamentarizmi ve anayasacılığı savunduklarını ama parlamentarizmi ve anayasacılığı İslami temeller üzerinden, İslami bir dille ve kavramlarla ifade ettiklerini görüyoruz. Aslında burada liberalizmin çok önemli bir tesirinden bahsetmemiz mümkün. Her ne kadar bu...

M. Akif Memmi:Bir adaptasyon belki.

Ahmet Yıldız:Bir adaptasyon evet, bir adaptasyon. Ve bence çok da başarısız olan bir adaptasyon değil. Önemli bir adaptasyon bu. Devlet toplum ilişkilerinin daha iyi organize edilebilmesi için istibdat dışında, baskı rejimleri dışında da alternatifler olduğunu ve temsil mekanizmasının katılımla da bir ölçüde beraber düşünülerek meşveretle birlikte hem devleti daha iyi devleti iyileştireceğini devletin politikalarının daha sağlıklı olarak belirlenmesine imkân vereceğini hem de devlet-toplum ilişkilerini daha sağlıklı bir zemine oturtacağını düşünmekle ilişkili bir şey.

Ama mesela Fransa'ya özellikle giden İngiltere'ye giden bu insanların liberalizmi mutlak olarak sisteme aktarmak gibi bir yolu tercih etmediklerini, milliyetçi düşüncelerle yakından tanışmalarına rağmen çok milletli ce çok dinli bir imparatorlukta milliyetçiliğin meydana getireceği ayrıştırıcı etkilerin farkında oldukları için bunu çok seçici bir şekilde sadece anayasal vatandaşlık olarak ifade edebileceğimiz bir kavram üzerinden Osmanlıcılıkla taşıdıklarını dolayısıyla ideolojileri iyi bir süzgece tabi tuttuklarını görüyoruz.

Böyle de olsa özellikle biyolojik materyalizmin formunda pozitivizmin bir akide olarak Osmanlı aydınlarına önemli ölçüde nüfuz ettiğini, İslami düşüncenin batılı sekülaritenin bilimin yedeğinde gerçekleştirdiği büyük dönüşüm karşısında ulemanın bunu temsil edebilecek veya buna karşı koyabilecek yeterlilikte bir cevap üretemediğini dolayısıyla bunun Osmanlı entelektüellerine nüfuz etmeye başladığını görüyoruz.

En temel nüfuz aslında siyasal alandan önce ontolojik ve epistemolojik düzeyde. Yani varlık ve bilgi karayışı düzeyinde gerçekleşmiştir. Ve pozitivizmin bu şekilde bir akide olarak Osmanlı aydınlarına nüfuz etmesi bunu Beşir Fuat'ta görüyoruz, Abdullah Cevdet'te görüyoruz, Ahmet Rıza'da görüyoruz, Baha Tevfik'te görüyoruz. İttihat Ve Terakkinin de önemli isimleridir bunlar. Bunlar öncelikle aslında İslam imanından koparak batılı ideolojilerin pozitivizm formunda yani sebep sonuç ilişkileri dışında hiçbir şeyi kabul etmeyen "olgusal" temelde bilgi dışında bilgiyi reddeden ve bunu da bir iman haline getiren yaklaşıma kapıldıklarını ve bunu bir inanç olarak yaşattıklarını görüyoruz.

Bediüzzaman'ın dolayısıyla bütüncül bir batı çözümlemesi yaptığını net bir şekilde risalelerden çıkarmak mümkün. Bediüzzaman liberalizmi de çok ciddi şekilde yüzleşmiştir. Ama liberalizmi telaffuz etmeden bunu yapmıştır. Sosyalizmin temel önermelerine ilişkin değerlendirmeler yapmıştır ama bunu doğrudan sosyalizme her zaman atıfta bulunmadan ama bazen açık atıflar yaptığını da görüyoruz. Keza milliyetçilik de çok ciddi şekilde yüzleştiğini milliyetçi çözümlemeler üzerinden gayet net bir şekilde görebiliyoruz. Feminizmden de hakeza haberdar olduğunu kadının toplumdaki konumu, rolü, fonksiyonları ve toplumsal cinsiyet tartışmaları üzerinden ortaya çıkan meselelerin önemli ölçüde farkında olduğunu ve bunun bir Müslüman toplum için ne anlama geldiğine dönük değerlendirmelerine baktığımızda bütün batılı ideolojilerden haberdar olduğunu bütün batılı ideolojilerin arka planında yer alan sekülerlik düşüncesiyle esas itibariyle yüzleştiğini, bunun üzerine yoğunlaştığını hem Osmanlı hem de Kemalist dönemde bilimin eşliğinde "bilimsel" olma iddiasındaki görüşlerin mutlaklığı ve kesinliği ile düşüncesini. Bu düşünceyi önce görerek kısmen doğru olduğuna hükmederek ama zaman içerisinde bunun asla kabul edilemezliğini fark ederek reddetmesi ve sonrasında batı bilimi üzerinden gerçekleşen materyalist tasallutu ve bunun oluşturduğu dünya görüşüne yoğun bir şekilde karşılık üretecek bir çaba içerisine girdiğini görüyoruz.

Kısacası Bediüzzaman batılı ideolojileri algılaması ve değerlendirmesi iki düzeyde gerçekleşiyor. Bir, bu ideolojilerin bütünüyle dayandığı seküler zemin ve bunun iddia ettiği gerçek tekeli. İki bu zeminin kendisinin de dışa vurduğu farklı yelpazenin farklı noktalarında yer alan ideolojiler. Bunu spektrumun bir ucuna isterseniz anarşizmi koyun sol avucuna sağ avucuna da faşizmi ve Nazizm'i koyun. Hepsini kuşatacak bir bakış açısıyla bu ideolojileri kavradığını ve buna dönük olarak geleneği yeniden üreten, gelenekle sınırlı olmayan ama bu ideolojilerin meydan okumasına İslami semantik üzerinden karşılık olabilecek önemli metinler ürettiğini görüyoruz.

M. Akif Memmi:Burada herhalde birinci bahsettiğiniz birinci madde açık. Bediüzzaman'ın imanı yenilemek, tazelemek, imanlı nesiller yetiştirmek. Bu herhalde buraya yönelik. Dolayısıyla burası net. Ama sanki ikinci kısmı o kadar net değil gibi. Veyahut da daha çok Eski Sait döneminde görüyoruz gibi. Yanlış bir yorum bu dediğim?

Ahmet Yıldız:Evet, ne Eski Sait "iman" üzerindeki vurgudan uzaktı ne Yeni Sait ideolojiler ya da siyasetin tamamen dışındaydı. Bunlar birbirini bütünleyen konjonktürel olarak açılımları farklılaşan ama aynı eksende yürüyen bir bütünün açılımları olarak düşünülebilecek aşamalardır.

Çünkü mesela Eski Sait olarak adlandırdığımız Osmanlı dönemi Bediüzzaman'la Sait Nursi'sine baktığımız zaman net olarak şunu ifade ettiğini görürüz. Dini, toplumun dini algılamasına yönelttiği eleştirilerden birisi devlet merkezli din algısıdır. Dinin devlet tarafından korunmadığında zarara uğrayacağını inhilal edeceğini düşünenlere karşı yaptığı uyarılardır. Bir, hani 1876 anayasasısın 11. Maddesine atıfta bulunarak zaten devletin dinin İslam olduğunu, çoğunluğunda Müslüman olduğunu dolayısıyla bu konuda herhangi bir endişeye mahal olmadığını belirtir.

Ama asıl ikinci noktası önemlidir. Buna cevap verirken dine zarar olmasın ne olursa olsun sorusuna cevap verirken. Şeriatın hükümlerinin, ahkamlarının % 90'ı siyasetten, devletten bağımsızdır. Buna taalluk etmez. Dolayısıyla sizin kaygınız nedir? Siyasi değişimlerden dolayı dininin tehlikeye girdiğini düşünenlerin dinden hissesinin örümceğin evinden daha güçlü olmadığını örümceğin ağından daha güçlü olmadığını belirtir. Dolayısıyla siyasetin din üzerindeki belirleyiciliğini reddeder.

M. Akif Memmi:Peki, bu şununla ilişkili mi? O dönem işte Osmanlı sürekli olarak toprak kaybediyor. Ve bir Müslüman göç alıyor merkez, Anadolu, İstanbul.

Ahmet Yıldız:Osmanlı küçülürken İslamlaşıyor, müslümanlaşıyor daha doğrusu.

M. Akif Memmi:Evet, değil mi?

Ahmet Yıldız:Asyalılaşıyor.

M. Akif Memmi:Aynen öyle. Bu aslında bir sonuç olarak yeni kaybedilen topraklarda da aslında ne oluyor? Bir şekilde bugün birçok hani belgesel vs. var. Mezarlıklar tahrip ediliyor, camiler tahrip ediliyor bir nevi Bediüzzaman'ın şeair dediği şeylerin aslında birçoğu tahrip ediliyor.

Ahmet Yıldız:Çok örnek yaşayan bir örneğini Edirne'ye gidenler görebilir. Edirne'yi çok kısa süreyle Bulgar güçleri ele geçirdiklerinde yaptıkları ilk iş bütün çeşmelerin, camilerin bütün eserlerin kitabelerini kazımak.

M. Akif Memmi:Bir nevi aslında sıfırlamak. Tarihi sıfırlamak.

Ahmet Yıldız:Doğrudan yıkmak değil mesela. Yıkmak da var işin içinde ama öncelikle bu eserleri kimin inşa ettiği, burada yaşayanlarla burada medeniyet üretenleri hatırlatacağı için bunun sahipliğini değiştirmek. Bir hafıza inşası, hafıza silerek bilgisayar terminoloji kullanırsak reset ederek yeniden üretmek.

M. Akif Memmi:Format atarak.

Ahmet Yıldız:Format atarak.

M. Akif Memmi:Dolayısıyla aslında bu bir dine saldırıymış gibi de anlaşılması doğal değil mi?

Ahmet Yıldız:Tabi ki. Bu toplumsal algı açısından böyle görülmesi mümkün. Ama bunun siyasi rejimle ilişkilendirilmesi problemli. Dinin korunmasının doğrudan Abdülhamit'le ve onun temsil ettiği otokratik yönetim biçimiyle ilişkilendirilmesi önemli. Bu da Abdülhamit'in oradaki insanlarla kurduğu ilişki ve Abdülhamit algısıyla bağlantılı. Dolayısıyla Abdülhamit giderse din de gider. Abdülhamit zarar görmüşse muhtemelen din de zarar görecektir algısı üzerinden gelişen ve istibdat rejiminin meşrutiyete ilişkin ürettiği olumsuzlamalardan beslenen bir durum.

Aynı zamanda yerleşik çıkarlardan da besleniyor. Çünkü özellikle Araplar ve Kürtlerde meşrutiyete dönük olarak bir tereddüt ve şüphe söz konusudur. Makedonya'da da ve Anadolu'nun diğer bölgelerinde meşrutiyet genel olarak olumlu karşılanmış ve desteklenmiştir. Ama Kürtlerde de Kürtler ve Araplarla meskun coğrafyaya baktığımızda bunun karışık olduğunu görüyoruz. Bir, müsavat probleminden dolayı iki, meşrutiyet rejimine dönük şüphelerden dolayı, üç Abdülhamit rejimine dönük olarak oluşmuş algıdan ve Abdülhamit'in bu bölgede yönetici elitlerle kurduğu ilişki biçimden kaynaklanıyor bu.

Bediüzzaman bunu tashih ediyor. Yanlışlığını ifade ediyor ve dinin, siyasi yönetimlerin müzaheretinden bağımsız olarak var olduğunu, var olmaya devam edeceğini belirtiyor. Ve dahası şunu hatırlatıyor. Artık meşrutiyet bir saatin zembereği gibi insana hayvanlıktan çıkararak irade sahibi varlıklar haline getiriyor. Sizi özneleştiriyor, siz dininizi yaşarsanız din her zaman vardır. Ve sizin dininizi yaşamanıza hiçbir şey engel olamaz. Siyasi rejim ne olursa olsun hangi düzen hangi siyasi düzen var olursa olsun sizin dini yaşamanız ondan bağımsız olarak büyük ölçüde mümkündür. %90 vurgusu bununla ilişkili. Divan-ı Harbi örfide bunu %99 olarak ifade eder. Ahlaka, ibadete, ahirete ve fazilete taalluk eder din %1 ulul emri, %1'i siyasete taalluk eder. Bunu da ulul emrimiz düşünsün der.

Dolayısıyla devlet ya da siyaset merkezli bir din algısı söz konusu değil. Öyle olsaydı İslam'ın hiç yaşanmaması gerekiyordu. Öyle olsaydı 1400 yıllık tarihinde İslam'ın yaşanmadığını söylememiz gerekir önemli ölçüde. Hayır, istibdat rejimlerinde de İslam her zaman yaşanmıştır. Bu rejimden bağımsız bir durumdur. Sizin İslam'ı yaşamanızı çünkü bireysel olarak İslam'ın yaşanması mümkün olduğu için bu böyledir. İslam ahkamının %90'ını İslami şeriattır. Siz bireysel olarak hayatınıza aktarabilirsiniz. Bu kolektif düzeyde siyasal bir rejimle ilişkili değildir. Ondan bağımsız bir durumdur.

Bu vurgu çok temel bir vurgudur. Bugün de çok önemli bir vurgudur. Dolayısıyla siyasetin önemini ayrı bir bahis olarak başka bir tarafa bırakalım ama siyaset merkezli dolayısıyla otorite ya da devlet merkezli bir din algısı son derece problemli sebeplere tesir veren şirk alut ve kişinin kendi iradesini yok sayan, kendisini sıfırlayan, değersizleştiren bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

M. Akif Memmi:Peki, şöyle bir savunma yanlış mı olur? Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemi biliyoruz. İşte aslında birçok devletin yıkıldığı, yok olduğu ve yeni birçok devletin kurulduğu bir dönem. Bediüzzaman Anadolu'da kalmayı tercih ediyor. Ama birçok arkadaşı başka yerlere başka bölgelere başka ülkelere göç etmeyi tercih ediyor. Oralarda yaşıyorlar vs. Biraz sanki o dönem için biraz daha doğalmış gibi geliyor bana bu düşünce. Ama sanki biraz daha bugün özellikle hani bir şekilde devletin dışında kalan yani devletsizleşen Müslümanların hali çok daha zorlaşmış gibi.

Ahmet Yıldız:Hindistanlı Müslümanlar bugün İslam'ı yaşayabiliyorlar mı? Ne kadar yaşayabiliyorlar? Çünkü devlet meselesi denince İslam'la devlet bir arada düşünülünce belki de ilk hatırlanması gereken toplum Hindistan Müslümanlarıdır. Çünkü onlar Osmanlı hilafet devletini kendi devletleri olarak görüyorlardı. Hatta Osmanlı coğrafyası küçüldükçe, o topraklar gayri Müslimlerin eline geçtikçe orada yaşayan Müslümanların bir kısmı bu hilafet algısı yüzünden göç etmişler, hicret etmişler ve Anadolu'ya gelmişlerdir. Bu kadar devlet merkezli bir bakış açısı. Hilafet dediğimizde de bunun sonuç itibarıyla tarihsel hilafet olduğunu ve Abdülhamit'in hilafet üzerinden ürettiği siyasi tasavvurla ilişkili olduğunu da hatırlayalım.

Mesela bugünkü böylesine bir hilafet tasavvuru olan Hindistan Müslümanlarının güvencesi, kendi inançlarını yaşamasının güvencesinin laiklik olması. Pakistan'da da bir İslam devleti olmasına rağmen mesela Cemaat-i İslami'nin pozisyonları açısından karşılaştırdığımızda bir Hindistan'da laikliği savunurken Pakistan'da " İslam" devletinde demekse İslam devletini savunması örnekleri bize şunu hatırlatıyor bence. Pakistan'daki Müslümanlar Hindistan'daki Müslümanlardan İslam'ı daha mı iyi yaşıyor? Bunu nasıl ölçebiliriz? Nasıl karşılaştırabiliriz? Orada Müslüman bir devlet olmadığı için Hindistan'daki Müslümanlar, bir takım zorluklarla karşı karşıya. Ama o zorluklar içerisinde bir takım kolaylıkların ya da fırsatların olduğunu da söylememiz gerekiyor.

"Pakistan'da" Müslüman bir devlet olduğunu varsayıyoruz çünkü devletin asabi, dayandığı asabiye İslam. Ama bu devlet her türlü kirlilikle malulbir devlet olabilir. Ve Müslümanlar İslam'ı da bu şekilde sokabilir. Kendi İslam'ını üretmeye kalkabilir. Ve bunu topluma empoze edebilir. Sadece meşruiyet sembolleri üzerinden İslam'ı kullanabilir. Ne Pakistan'daki Müslümanların Hindistan'daki Müslümanlardan İslam'ı daha iyi yaşadığı iddia edilebilir ne de Hindistan'daki Müslümanların Pakistan'daki Müslümanlardan daha az İslam'ı yaşadığı ileri sürülebilir. İslam'ı yaşama biçimi, İslam'ı algıları, bunların pratiğe aktarılması ayrı bir mesele. Ama İslam'ın yaşanılması siyasi rejimden bağımsız bir şey. Bu siyasetin ve siyasi rejim meselesinin önemsiz olduğu anlamına gelmiyor.

M. Akif Memmi:Biz nedir? Dini devlet hani beraber alınıyor. Bu bence anlamlı herhalde bugüne kadar böyle gelmesinde.

Ahmet Yıldız:Anlamlı. Çünkü devlet varlığını din üzerinden deva ettiriyor. Bu, araçsal olmadığı zaman anlamlı. Çünkü devletin dayanabileceği üst meşruiyet zemini bu, din bu meşruiyeti sağlıyorsunuz. Bu önemli bir şey. Ama ikisi birbiriyle çatıştığında her zaman devletin tercih edildiğini de biliyoruz. Bu önemli bir noktadır.

Birinci nokta bu ikisi birbiriyle çatıştığında ya da ayrı düştüğünde tercih edilecek olan devlettir. İki ihtiyaç duyulduğunda din devletin maslahatına göre tanımlanacak ve tayin edilecektir. Bunu çok hani Osmanlı modernleşme sürecinde net bir şekilde görebiliriz. Ebu Suud Efendi der ki nâmeşrûr nesneye emri sultani olmaz. Dolayısıyla sultan asla meşru olmayan herhangi bir şey emretmez, söylemez. Ebu Bekir Ratıp Efendi III. Selim'in elçilerinden birisi. O da der ki her maslahata bir şer'i temel bulunabilir. Dolayısıyla siz her maslahata İslami bir renk verebilirsiniz. Maslahat üzerinden İslam'ı tanımlayabilirsiniz. İki uç. Uç olmasa bile iki farklı çizgi, dine bakış açısından. Osmanlıda hâkim olan genel olarak da saltanat yönetimlerine hakim olan genel anlayışın gene devletin ihtiyaçlarına göre dinin belirlenmesi olduğunu görüyoruz.

Dolayısıyla siyaset alanı netameli, farklı yorumlara açık, işin içine iradelerin çok gücün, iktidarın girdiği bir alandır. Bu yüzden dinin yaşanmasıyla bunun arasında birebir ilişki kurmamak gerekir. İkincisi zaten şeriatın kendi hükümleri, bize vaaz ettikleri, makasıt-ı şeriat açısından şeria açısından da düşündüğümüzde de bu böyledir. Netice itibarıyla şeriatın amaçlarını biz tevhit, nübüvvet, haşir, ibadet ve adalet eksenlerinde okursak bunların tamamını sizin hayatınıza aktarmanız için devletin aracılığına ihtiyacınız yok. Devletten bağımsız olarak gerçekleşen bir şeydir bu. Kur'anî hitap da böyledir.

Bu açıdan Bediüzzaman ideolojileri çok iyi analiz ettiğini tasnif ettiğini ve ideolojilerin toplum üzerindeki nüfuzunun sadece cumhuriyet döneminde Kemalizm'de değil Osmanlı dönemindeki pozitivizmle de bir biyolojik materyalizmle de okumuş sınıfın kılcal damarlarına kadar nüfuz ettiğini ve onların İslam imanından uzaklaştırarak gayr-i mümin Müslümanlar ve bazen de gayr-ı müslim müminler ürettiğini. Ama ikisinin de kurtuluş vesilesi, İslami açıdan olamayacağını ve imanlı bir İslam ve İslam'lı bir imanın gerçekleşebilmesi için İslam'ın iman temellerinin yeniden inşası bu. Yeniden inşa demek yeni iman temelleri vaaz etmek değil. Var olan iman temellerini ideolojilerin saldırısı karşısında doğru anlaşılması rasih hale getirilmesi çabasını ifade eder. Ve bunu da bilimin "sarsılmaz, değişmez" olduğu varsayılan doğruları üzerinden değil İslam'ın vaaz ettiği doğruların rasih, rusuhlarının ortaya konulması üzerinden gerçekleştiriyor.

Bu yüzden de hani İslam'ın sönmez ve söndürülemez bir güneş olduğunu bütün dünyaya göstereceğim iddiası 1898'de söylediği bir söz. Risale-i Nur'la somutlaşıyor. Ama Eski Sait döneminde ortaya koyduğu düşünceleri de bunun çekirdeklerini de bize çok net bir şekilde gösteriyor.

Bediüzzaman ideolojileri kategorize etmiş ama esas tahşidatı yoğunluğu ideolojilerin dayandığı ve batının yüzyıllara uzanan sekülerleşme sürecinin ortaya çıkardığı materyalist dünya görüşü üzerine kuruyor. Bu materyalist dünya görüşü üzerine biçim. Çünkü Nazizm materyalisttir, faşizm materyalisttir. Liberalizm ve liberalizm esas itibarıyla materyalistler ama kendi içerisinde sizin bireysel tercihlerinize bir ölçüye kadar yer verir. Komünizm zaten böyle bir materyalizme dayanır. Dolayısıyla bunu çözümlemeye dönük İslam'ın imanın yeniden ihya eden ve bu dönemin meydan okumaları karşısında ona bağımsız olarak var olma gücü kazandıracak o ontolojik emniyeti yeniden verebilecek epistemolojik güveni yeniden tesis edecek bir dil üzerinde bu çabayı gerçekleştirmiştir. İdeolojilerin somut politikaları üzerinden de net değerlendirmeler yaptığını görüyoruz.

M. Akif Memmi:Burada herhalde en net rahat konuşabileceğimiz milliyetçilik var diye ben hani...

Ahmet Yıldız:Liberalizm de var. Mesela altıncı noktada yaptığı şey liberalizmin dayandığı temel önermelerin tahlil edilmesi ve eleştirisidir. İnsanın kendi kendisine malik olması, liberalizmin temel önermelerinden birisidir. Çünkü Kant'ın da evrensel önermelerinden birisidir. Bu insan kendi çıkarının en iyi hâkimidir. Hakemidir hakimidir. Sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Dolayısıyla insanı tanrılaştıran ve merkeze koyan bir bakış açısını, Abdullah olmayı kul olmayı dışlaması Bediüzzaman'ın temel olarak ele aldığı noktalardan birisidir.

Kapitalizm eleştirisi de böyledir. Bütün olarak batı medeniyeti kavramı üzerinden ifade edersek bunun dayandığı beş menfi esası tahlil ettiği on ikinci sözü hatırlayalım. Bu da netice itibarıyla bütün ideolojilerin, batılı ideolojilerin ortaya çıkardığı hasılanın değerlendirilmesine dayanır. İnsanları birbirlerine bağlayan onlar arasında birlik rabıtası oluşturan şey nedir? Unsuriyet. Unsuriyet fikrinin eleştirisini yapar, değerlendirilmesini yapar. Ve bunun müspet formunun ne olabileceğine dair görüşler ortaya koyar.

Mesela milliyetçiliğin gençlik ideoloji olmasının Bediüzzaman'daki yansımaları açısından okursak Bediüzzaman, toplumu tasnif ederken genç bir gençlik ideolojisi üzerinden bakmaz topluma. Orada yoksulları görür, müsibetzedeleri görür, hastaları görür, çocukları görür, yaşlıları görür. Milliyetçilik bunların hiç birini görmez. Milliyetçilik sadece gençleri görür dolayısıyla topluma bakışı da net olarak milliyetçilikten ayrışır. Hem o şefkati, doğrudan toplumsal ilişkilere yansıtır. Zaten nerden gelir o milliyet duygusu? Ya hırs-ı ırkîden gelir. Kendi ırkınızla, etnisitenize, milletinize duyduğunuz aşırı bağlılık diyelim ama onu aşan insan olma ortak paydasında bizi bir araya getiren şefkat. Şefkat evrensel bir şeydir.

Dolayısıyla Bediüzzaman'ın topluma bakışı bunun üzerinden biçimlenmiş olur. Milliyetçilik okuması bu yüzden çok güçlüdür. Ama ciddi bir liberalizm kritiği de yapar. Mesela kendisine yöneltilen hocalık kisvesi altında toplumda farklılaşma hiyerarşik bir yapı oluşturduğu eşitlik fikrini ya da değerini ihlal ettiği eleştirisine cevap verirken hukukta eşitlik mesleğini en başından itibaren savunanlardan birisi olduğunu belirtir. Ama fazilette liyakatte eşitlik olmaz. Dolayısıyla siz bu konuda takvada eşitlik olmaz bunu ileri süremezsiniz. Dolayısıyla bu konuda farklılaşmayı reddedemezsiniz. Bu konuda farklılaşmayı reddetmek eşitsizliktir diyerek mesela mutlak eşitlik fikrini reddeder. Bu mutlak eşitlik fikri tabi ki sosyalizme bir referanstır. Çünkü insanlar arasındaki her türlü farklılığı yok sayarak ya da kabul etmeyerek bir eşitlik iddiası ortaya koymak neticede sonuçta eşitliği kabul etmektir. Bu da Marksizmde gördüğümüz bir şeydir.

Bunun dışında sosyal adalet açısından ama kapitalizmle Bolşevizm'i mukayese ettiğinde birisini necis birisini ences olarak niteler. Ve Bolşevizm'i bu açıdan daha ehven olarak görür. Çünkü sonuçta sosyal adalet anlayışını önemseyen. Bu söylendiğinde özellikle kapitalizmin henüz vahşi kapitalizm pratiğinin çıplak olarak görüldüğünü daha sonra bu rafine olarak devam edecektir. Ortadan kalkmayacaktır.

Hatta bunu da hatırlamak gerekiyor. Feminizme, kadına ilişkin söyledikleri de bununla ilişkilidir. Ama netice itibariyle bütün ideolojileri topladığında onun hasılasını Kemalizm'e yüklediğini görüyoruz. Kemalizm'in mesela komünist dinsizlikle komünistlik dinsizlik manasında kavramlaştırması Kemalizm'i Bediüzzaman'a aittir. Dolayısıyla Komünizme ve onun dayandığı materyalizme yüklendiği anlamı esas itibarıyla o Kemalizm'den mündemiç olarak görür. Kemalizm'i bu anlamda dünyevileşme rejimi, dünyayı dine tercih rejimi olarak görür. Dünyayı dine tercih rejimi olarak gördüğünüzde esas itibariyle batılı bütün ideolojilerin temsil ettiği sekülerleşme hasılasının Kemalizm'le mündemiç olduğunu görürüz. Dolayısıyla Kemalist eleştirisi Bediüzzaman'ın aslında sekülerleşen batının temsil ettiği hasılanın eleştirisidir. Bu açıdan çok temel bir çözümleme. Temel bir okuma ve temel bir eleştirinin rafine bir şekilde risale metinlerinde yer aldığını söylememiz mümkün.

M. Akif Memmi:Kemalizm'in içeriğinden bahsettiniz. Bunun biraz uygulamasından konuşacak olursak nasıl Kemalizm sekülerleşmeyi sağlıyordu toplumda? Ve Bediüzzaman nasıl şahit oldu bunlara?

Ahmet Yıldız:Evet, mesela Allah'ın olmadığı ve ahiretsiz bir toplum inşa etmek milli eğitimin temel eğitimleri olarak benimsenmiştir bu dönemde. Mustafa Kemal'in "biz ilhamımızı gaybdan değil hayattan alıyoruz" demesi tarih kitaplarında, biyoloji kitaplarında evrim teorisinden hareketle oluşturulan bir toplumsal ve tarih tasavvurunun ders kitaplarına konması ve bunun devlet politikası haline getirilmesi. İslami şeairin tağyir edilerek din dışılığın seçkinlik aracı haline getirmesi ve devlete mensubiyetin kamusal alanda var olmanın mutlak anlamda İslam'dan uzaklaşmakla ilişkilendirilmesi, bütün İslami kurumların ortadan kaldırılması insanların en temel dini bilgi ve pratik ihtiyaçlarını karşılayabilecek referans kaynakları bulamayışları bunu doğrudan açıklayan bir durumdur.

Dine bu şekilde bir bakış. Dine din önce beşerileştirilmesi, iki dünyevileştirilmesi. Dünyevileştirildikten sonra da "seküler" devletin ihtiyaçlarına göre kullanılması. Kemalizm ikisini de içerir.  Ve böyle bir din anlayışına karşı bunu yaparken milliyet duygusundan yararlanır, bilimden yararlanır, halk kavramlaştırmasını devreye sokar vs. bütün bunları Bediüzzaman reddeder. Ve netice itibarıyla insanın dünyada sadece dünyada yaşamak için yaratılmış bir varlık olmadığını, bunu aşan sonsuzluğa uzanan ve insanı Allah'la ilişkisini kulluk temelinde kurması gerektiğini ifade eden temel risaleler telif ettiğini görüyoruz.

O yüzden Bediüzzaman Kemalizm'e dönük eleştirileri basit rejim eleştirileri değildir. Onun hem varoluşsal olarak ortaya koyduğu yaklaşıma hem de bilimi araşsallaştırarak pozitivizmi ve materyalizmi topluma dayatan yaklaşımına karşı bilimsel bilginin sınırlılığını ve kesinsizliğini ifade eden buna karşılık dini hakikatleri imana dayalı hakikatlerin en yüksek hakikatler olduğunu belirten ve bunun da aslında en rasyonel bir dille ifade edilmesinin mümkün olduğunu ortaya koyan bir yaklaşım da Kemalizm üzerinden İslam'a ve İslami geleneğe yönelen bütün itirazların önünü kapatmaya çalışıyor.

Mesela çünkü Kemalizm dini kendisi için seferber eder ama bu seferberlik açık bir suiistimale dayanır. ......33:06 ilkesi üzerinden dinin zaruriyatının yani temellerinin "içtihatla" değiştirilmesi gibi bir yaklaşımı ulema- i sû, Kemalizm'in kendisine bende ettiği ulema tarafından seslendirildiğini görüyoruz. Hilafet bunun üzerinden kaldırılmıştır. Medeni hukuk, medeni kanundaki düzenlemeler bunun üzerinden haklılaştırılmaya çalışılmıştır. Dinin Türkleştirilmesi, dinde Türkçülük, ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi yine bunun üzerinden haklılaştırılmıştır. Zaruriyat, bu içtihadın da zaruriyatın da asla bu şekilde tanımlanamayacağını, içtihadın ifade ettiği anlamı arzi içthadın asla içtihat olamayacağını, zaruretin de insanı sadece helake götüren hal olması itibarıyla batılılaşmanın ya da dünyevileşmenin hiçbir zaman bir zaruriyeti ifade etmediğini ortaya koyar. İçtihat meselesine yaklaşımı aslında Kemalizm'in içtihat kurumu üzerinden dini beşerileştirme ve dünyevileştirme amacına ve sürecine sekte vurma ve bunu engellemeye dönük bir yaklaşımı ifade eder.

Dolayısıyla Bediüzzaman'ın yazdığı risalelerin bağlamı anlaşılması açısından önemlidir. Bağlamla sınırlı olmamakla birlikte ama bu bağlamın büyük önem taşıdığını görüyoruz. Bediüzzaman daha Ankara'dayken Keçiören'deki bağ evlerinde yapılan sohbetlerde ve siyasi kulislerdeki yaklaşımların içtihat üzerinden dinin beşerileştirilmesini içerdiğini ve "Kemalist" modernleşmenin esas itibarıyla dinin dünyevileştirilmesi ve bu sekülerleşme sürecinin unsurlarından biri haline getirilmesine dönük olduğunu görür. Bu yüzden de siyasi rejimle mesafesi daha o anda tayin eder. Ve oradan koparak kendi büyük tasavvurunu gerçekleştirmek için Van'a gider.

M. Akif Memmi:Burada bir değerlendirme yaptığımızda peki bugünden geriye doğru Kemalizm'den öncelikle bir ideoloji olarak bahsetmemiz mümkün mü? Onu sormak istiyorum.

Ahmet Yıldız:Bu anlamda toplam olarak ortaya çıkıyor. Kemalizm spesifik bir ideoloji olmaktan çok bütünüyle batı modernitesini kendisine asıl olarak aldığı için bir Müslüman toplumdan ya da medeniyetten seküler batılı medeniyet çıkarmayı hedefleyen bir büyük dönüşüm sürecidir. Bu dönüşüm süreci esas itibarıyla dünyevileşme kavramı üzerinden ifade edilebilir. Bu açıdan spesifik bir ideoloji değil ama ideolojinin dayandığı seküler zemin itibarıyla Kemalizm'den bir ideoloji olarak bahsedebiliriz.

M. Akif Memmi:O zaman dolayısıyla da Yeni Sait dönemide daha çok imana dair eserler yazmıştır Bediüzzaman önermesi doğru ama yetersiz gibi sanki.

Ahmet Yıldız:Bunun doğru anlaşılması gerekiyor. Çünkü Bediüzzaman net bir şekilde tek parti döneminde kendisine dönük bütün baskıların, sürgünlerin eve hapsinin sürekli tarassut altında bulunmasının, haberleşme ve seyahat hürriyetinin engellenmesinin insanlarla ilişki kurmasının engellenmesinin temel sebebi olarak mesela haşre dair yazdıkları, tevhide dair yazdıkları ve nübüvvete dair yazdıkları eserler olduğunu söyler. Siyasi değerlendirmelerini bunun asıl gerekçesi olarak zikretmez. Çünkü bu çok daha temel bir yaklaşımdır. Ve dinden uzak, sekülerleştirilmiş bir toplum oluşturma sürecine dönük, sürecine karşı duran temel set bu metinlerle ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla iman eksenli eserler, iman odaklı eserler aslında son derece stratejik bir konuma sahiptirler bu anlamda. Ve Kemalist rejim de bunu teşhis etmiş ve bu yüzden Bediüzzaman'a, Bediüzzaman siyasi anlamda aktif bir muhalefet içinde olmamasına rağmen inzivaya çekilmiş ve bu stratejik perspektif üzerinden bir siyaset okuması yaparak bir tavır içerisindeyken Bediüzzaman'ı hiçbir zaman rahat bırakmamıştır.

M. Akif Memmi:Aslında doğru bir teşhis koymuş.

Ahmet Yıldız:Kendi açısından doğru bir teşhis ortaya koymuşlar.

M. Akif Memmi:Tehlikenin farkına varmışlar.

Ahmet Yıldız:Tehlikenin gayet net bir şekilde farkında. Diğerlerinin çözülmesi çok kolay olmuştur. Çünkü Şeyh Sait hadisesiyle Menemen Hadisesiyle Türkiye'deki bütün dini muhalefet yok edilmiştir. Organize örgütlü bir dini muhalefet kalmamıştır. Dolayısıyla birkaç tane muhacir, Mehmet Akif gibi yazları Türkiye'ye gelip elinde şapkayla dolaşan, büyük bir bu ülkede hissettiği büyük acı yüzünden ancak Mısır'da nefes alabilen bir insandır. Ama o acıyla yüzleşen sadece kendi acısıyla değil hem bütün Anadolu'daki Müslümanların hem de bütün ümmetin karşı karşıya olduğu büyük tehlikenin, sekülerleşme tehlikesinin beraberinde getirdiği bütün sadmeleri önce kendisi hisseden, hissettiği o hissetmenin beraberinde getirdiği o inanılmaz sinerji ve kulluk üzerinden ortaya çıkan yoğunlaşmayla bu eserleri ortaya koyan Bediüzzaman'ın direnişi, hiçbir direnişle mukayese edilebilecek bir niteliğe sahip değildir. Askeri, siyasi bunlar çok kolay olan direniş biçimleridir. Ama Bediüzzaman'ın ortaya koyduğu direniş biçimi çok köklü, çok derin, çok radikal ve çok uzak görüşlü bir direniş biçimidir.

M. Akif Memmi:Evet, bir bölümümüzün daha sonuna geldik. Ağzınıza dağlık çok iyi bir çerçeve çizmiş olduk bence Kemalizm ve Bediüzzaman'ın duruşu hakkında. Yeri gelmişken Kemalizm'in İki Yüzü Etkileşim Yayınlarından çıkan kitabınızdan da bahsetmiş olalım. Bence mevzunu daha da iyi kavranmasına yardımcı olacak bir çalışma. Yine sizin doktora teziniz "Ne Mutlu Türküm Diyebilene" kitabınız İletişim Yayınlarından çıkan yine meselenin anlaşılmasında faydalı olacaktır. Tabi burada niye takıldım? Çünkü Kemalizm tarafı tamam gibi ama Bediüzzaman'ın neler yaptığına dair kısmı eksik gibi duruyor kitaplarda. Belki bunun da duası olmuş olur bu program.

Evet, Cam Kulübeden sona erdi önümüzdeki bölümde tekrar buluşmak dileğiyle hoşçakalın.