İnsan Neden Tutunamıyor? - (126. Bölüm)

20.02.2017

İnsan Neden Tutunamıyor?

Holografik Bakış (126. Bölüm)

Zübeyir Tercan: Holografik Bakış'a hoş geldiniz. 6. Sözdeki seyahatimize sizlerle birlikte devam edeceğiz inşaallah. Geçen programda okuduğumuz yeri de kapsayacak şekilde biraz geriden alıp okuyalım.

Abdurreşid Şahin:İnşaallah.

Zübeyir Tercan:Bismillahirrahmanirrahim.

"İnnallâheşterâ minel mu'minîne enfusehum ve emvâlehum bi enne lehumul cenneh." idi ayetimiz. Kaldığımız yerde diyordu ki elinizde olan emanetimi bana satınız. O gayet merhametkar bir ferman ile padişah o iki nefere diyordu ki, elinizde olan emanetimi bana satınız taa sizin için muhafaza edeyim. Beyhude zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim namımla ve benim destgâhımda işlettirilecek; hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve levâzımatı, ben deruhte ederim.

Nasıl bir ticaretse. Bütün varidatı ve menfaati yani ürünleri ve menfaati size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr!

Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacak. Hem beyhude gidecek; hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret içinde hasâret! Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âli bir padişahın has, serbest bir yaver-i askeri olursunuz.

Abdurreşid Şahin:Evet.

Zübeyir Tercan:Ne anladın diyeceksin.

Abdurreşid Şahin:Şöyle bir soru sorayım o zaman madem ne anladın diye soru bekliyorsun.

Zübeyir Tercan:Daha zor.

Abdurreşid Şahin:Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim, nerden bir emin olacağız?

Zübeyir Tercan:Padişah bu ya. Bize şey yapmaz.

Abdurreşid Şahin:İyi de nasıl emin olacağız? Padişah da olsa öyle padişahlar var ki vermiyor yani.

Zübeyir Tercan:Tabi vermedi mi bize hesap mı soracağız? Bize yamuk yapmaz bu bizim padişah. Tanıyoruz.

Abdurreşid Şahin:Nasıl tanıyorsun?

Zübeyir Tercan:Peki niye o zaman soruya soruyla hemen karşılık vereyim. Savaş bittikten sonra, muharebe bittikten sonra daha iyi bir surette size vereceğim kısmını sorguladım da bu yapabilecek mi diye nerden emin oluyorum diye. Bir sürü başka vaatleri de vardı. Onları niye sorgulamadık? Mesela işte diyor ki benim namıma benim destgahımda işlettirilecek.

Abdurreşid Şahin:Daha oraya gelmedik. Orada da soracağım yani.

Zübeyir Tercan:Hıı. Tamam. Sen bir den başladım diyorsun.

Abdurreşid Şahin:Birden başladık.

Zübeyir Tercan:Peki.

Abdurreşid Şahin: Nasıl emin olacağız? Onun gerçekten iade edebileceğini, edeceğini.

Zübeyir Tercan:Edebileceğini mi edeceğini mi?

Abdurreşid Şahin:İkisi de olabilir.

Zübeyir Tercan:Hiç de tongaya düşmüyor hayu. Bilmiyorum. Şey diyebilirim. Zaten o çiftlikler onun malı ise demek ki gücü var. Yani çiftlik elde edebilmek, sahiplenebilmek.

Abdurreşid Şahin:Zaten vermiş.

Zübeyir Tercan:Evet zaten vermiş.

Abdurreşid Şahin:Zaten hiçten, yoktan sana bir vücut ile birlikte vücudun üstünde bir sürü azalarınla, aletlerinle birlikte sana vermiş ve o azaların ve aletlerin cihazatların, duyguların hepsinin karşılığı olan her şeyi zaten vermiş.

Zübeyir Tercan:Tabi.

Abdurreşid Şahin:Dolayısıyla verememesi gibi bir şey söz konusu değil.

Zübeyir Tercan:Verebileceğini göstermez.

Abdurreşid Şahin:Muktedir, yapabilir yani. Değil mi?

Zübeyir Tercan:Evet.

Abdurreşid Şahin:Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Gerçekten öyle. Bize yoktan, hiçten bir vücut vermiş. Bir cisim vermiş. O cisme eller takmış gözler takmış dil takmış akıl takmış konuşuyoruz, işitiyoruz. Suyu resmen su parçası, sudan insan yaratılmış ve düşünen, konuşan, hisseden, akleden, seven, sevilen bir mahkuk yaratmış. Yoktan, hiçten yaratmış.

Zübeyir Tercan:Enteresan.

Abdurreşid Şahin:Ortada var bunlar.

Zübeyir Tercan:Dolayısıyla yapabilir mi sorusu düşüyor.

Abdurreşid Şahin:Dolayısıyla muktedir midir? Muktedirdir. Bunu bariz olarak anlıyoruz. Toprağın içerisinden yine o yoktan ve hiçten ne yapıyor? Vücudumuzun ve bedenimizin ve duygularımızın ihtiyacı olan aklımızın, ruhumuzun, kalbimizin ihtiyacı olan her şeyi vermiş. Mesela öyle ki bir portakal veriyor. Sadece midemizin ihtiyacına bakmıyor. Gözümüzün ihtiyacına bakıyor, aklımızın ihtiyacımıza bakıyor. Estetik olması bilmem ne olması. Ruhumuzun ihtiyacına bakıyor. Her şeyiyle vermiş zaten veriyor zaten.

Zübeyir Tercan:Eyvallah.

Abdurreşid Şahin:Evet.

Zübeyir Tercan:Daha güzel bir surette diyor.

Abdurreşid Şahin:Daha güzel bir surette verebilir. O da zaten yapmış olduğu şeylere baktığımız zaman yapılan şeylerin bir acz ifadesi olmadığını, acz ve fakrın müdahale edemeyeceği tarzda bir yapılış olduğunu görüyoruz. Mutlak bir kudretin, sonsuz bir ilmin ve hikmetin onda iş gördüğünü nereye baksak görüyoruz. Yapan eksiksiz bir kuvvetle, noksansız bir kuvvetle yaptığını âlemde nereye baksak onu görebiliyoruz. Çünkü bir şeyin yapılışı her şeyin yapılışına bedel bir mahiyette yapılmış. Dolayısıyla mutlak kudreti olmayan sonsuz kudreti olmayan bütün kâinatı bütün zerratıyla bütün zamanlarda yaratamayan bir şeyi yaratamaz. Bunu çok konuştuk. Dolayısıyla bu da ne yapar? Neyi gösterir? Daha güzel bir surette verebileceğini gösterir. Peki, verecek mi? Vereceğinden nerden emin oluyoruz?

Zübeyir Tercan:Vaat ediyor. Birincisi bu.

Abdurreşid Şahin:Peki vaat ettiğinin emarelerini, âlemde görebiliyor muyuz? Evet, kitap olarak peygamber olarak peygamberin lisanıyla Kur'an'ın lisanıyla bunları söylüyor doğru da. Bize başka türlü de söylüyor mu? Mesela ben bir örnek vereyim sen oradan devam et. Mesela bir meyvenin içinde tohumunun olması bu bir vaat olabilir mi?

Zübeyir Tercan:Ben onu düşünmemiştim ama evet, o da olabilir. Aynen doğrudur. Yitip gitmeyeceğini ve bunun devamını murat ettiğini ve böyle bir plan çizdiğini çekirdekleri tekrar ağaç yaparak bize gösteriyor zaten.

Abdurreşid Şahin:Ve ağacın içerisindeki meyvenin içerisine ağaca takılan meyvenin içerisine de onu koymak suretiyle bir nevi ne diyor? Ben bunu yapmaya muktedirim ve yeniden yapacağım. İstiyorsan talep ediyorsan sana yine veririm diyor.

Zübeyir Tercan:Ben de şeyi düşünmüştüm. Bize verdiği isteklerin karşılığını hep veriyor. Açlık veriyor rızık veriyor.

Abdurreşid Şahin:O da güzel bir nokta.

Zübeyir Tercan:Göz veriyor ışık veriyor. Renkler veriyor filan. Dolayısıyla hani sende de bir istek var. Bende o çiftliğin yitip gitmemesine dair bir istek var veya ömrümün bitmemesine, ebedi yaşamaya dair bir istek var. Demek ki bunu da verecek.

Abdurreşid Şahin:Daha güzelini de istiyorum ben.

Zübeyir Tercan:Daha güzelini de istiyorum.

Abdurreşid Şahin:Daha güzelini istiyorum. Peki, bu dünyada aslında bunun da görüyoruz. Daha güzellerini de yaratıyor. Mesela baktığım zaman bize göre kıyas nisbi olarak baktığın zaman tohumdan ağaca kadar meyveye kadar ki bütün süreçler daha güzelinin verildiğinin ispatıdır. Filiz vermiş daha güzeli veya daha mükemmeli olan ağacı vermiş. Bu şu demek değildir tabi. Filiz mükemmel değil. Filiz, filiz haliyle mükemmeldir ama bizim muhatabiyetimiz açısından konuşuyoruz. Çünkü tohumda zaten ağacın bütünü var. Tohumda ağacın bütünü olması hasabiyle tohum da mükemmeldir. Kemaldedir, eksiksizdir. Eksiksiz bir yapılıştır o ayrı. O açıdan bakmıyoruz. Kendi muhatabiyetimiz açısından.

Daha yok mu diyoruz? Daha veriyor. Filiz haliyle veriyor. Filizden yeşertiyor. Yapraklı haliyle veriyor. Daha yok mu diyor insan, çiçekleri döküyor. Çiçekler veriyor ki çiçekli hali muhteşem bir şey.  Değil mi? Süsleyerek püsleyerek veriyor. Daha yok mu diyor, meyveyle veriyor. Değil mi? Daha yok mu diyor, o meyvenin üzerindeki manaları, sanatları anlamamızı sağlıyor. Daha yok mu diyoruz, onun arkasındaki iltifat-ı rahmaniyeyi veriyor. Değil mi? Daha yok mu diyoruz, onun arkasında muhabbeti. Değil mi? Kendi muhabbetini veriyor.

Zübeyir Tercan:İkramını, ihsanını gösteriyor.

Abdurreşid Şahin:Dolayısıyla aslında daha güzelini daha iyi bir suretini...

Zübeyir Tercan:Vermek istediğini burada da gösteriyor veya verdiğini.

Abdurreşid Şahin:Verdiğini gösteriyor.

Zübeyir Tercan:Adetinin böyle olduğunu.

Abdurreşid Şahin:Adetinin böyle olduğunu gösteriyor evet doğru.

Zübeyir Tercan:Peki, birincisini savdık.

Abdurreşid Şahin:Hem bittikten sonra daha güzel bir surete iade edeceğini bize bildiriyor. Yani cömertlik onun şiarı. Hem güya o emanet malınızdır. Ki biz öyle hissediyoruz. Malımız gibi hissediyoruz değil mi? Güya o emanet malınızdır. Hakikatte o emanet malımız mıdır?

Zübeyir Tercan:Değildir.

Abdurreşid Şahin:Gerçekten yani.

Zübeyir Tercan:Bayağı bayağı sahipleniyoruz tabi.

Abdurreşid Şahin:Gerçekten çok ilginç. Bir insanın malı olması için onu kendisinin yapmış olması veya onun üzerindeki sanatlarının kendisinin icra ediyor olması gerekiyor. Mesela bir eser insanın malıdır demek de o da mana. Üzerindeki işler ona ait. Mesela bir diş. Çok basit bir diş. Bir diş insanın malı mıdır?

Zübeyir Tercan:Geçen bunu düşünüyordum işte. Bu benim dediğimiz her şey çok görece bir şey. Şu anda benimle beraber, böyle diyebilirim en iddialı versiyonuyla. Ama mesela diş çürüse engel olamıyorum.

Abdurreşid Şahin:Bir de yapamıyorum. Ben diş çıkarmışım ya çocukken. Ben çıkarıyorum dişi.

Zübeyir Tercan:Evet. O zaten fecaat de. Elimde bir benimse bir yere gitmemesi lazım. Gidiyor ve engel olamıyorum. Dolgular yapıyorum bilmem neler ediyorum vs. geciktirmeye çalışıyorum. Ama eğer o diş hakikaten gidecekse gidiyor. Hiçbir şekilde engel olamıyorum. Eğer yoksa yerine yenisini de çıkartamıyorum. Çiviler miviler bilmem ne birşeyler implantlar yapabiliyorum o kadar. Ellerim mesela bunlar benim diyorum gene değil.

Abdurreşid Şahin:Geçen hafta mı konuştuğumuz, sahiplendiğim her şeyi kaybetmeye başlıyorum meselesi var ya. Çünkü problem sahiplenmekte. Burada güya malınızdır. Malım görmekte problem var. Malım gördüğüm anda dediğin gibi muhafaza derdi ilerde onu söyleyecek kalbin rahatı, huzuru manasında ahirette olabilecek bir şey değil. Bu dünyada da olan bir şey söylüyor. O da önemli bir nokta tabi. Güya malınızdır.

Zübeyir Tercan:Değildir de.

Abdurreşid Şahin:Değil de güya malınızdır. Ve sen onu kendi malınmış gibi algılayabilir ve kullanabiliyorsun. Ama bunun güya malımız olduğunu bilmemiz gerekiyor. Zaten güya malımız olduğunu bilmezsek satma derdinde de olmayız elimizden çıkarma derdinde de olmayız.

Zübeyir Tercan:Tasasını çeker dururuz.

Abdurreşid Şahin:Tasasını çeker dururuz. Duruyoruz zaten. Evet. Ne dedik?

Zübeyir Tercan:Güya emanet malınızdır. Pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hıı şimdi hadi bakalım.

Abdurreşid Şahin:Nedir bu büyük fiyat?

Zübeyir Tercan:Ben soracaktım.

Abdurreşid Şahin:Pek büyük fiyat vereceğini nerden biliyoruz?

Zübeyir Tercan:Nedir hakikaten? Çok ezbere okuyormuşuz bunu fark ettim. Çok ezbere okuyorum. Seyircilerimizi tenzih edeyim. Cennet mennet filan işte. Şeyi engel olmak lazım. Bu belki bunu seslendireyim, dillendireyim. Risale-i Nur'la muhatap olurken böyle zihnimizin arka tarafından böyle radyo gibi teyp gibi çalan ve her okuduğum şeyi "zaten bunu demek istiyor" diye ilintilendiriveren şeyi durdurmak lazım. Hakikaten ne diyor?

Abdurreşid Şahin:Ne diyor bu. Ne diyor burada? Bir daha oku.

Zübeyir Tercan:Diyor ki hem güya o emanet malınızdır. Pek büyük bir fiyat size vereceğim. Vereceğim mi hakikat nasıl büyük bir fiyat?

Abdurreşid Şahin:Bir de güya emanet. Bak o da dikkat edici değil mi? Güya o elinizde malınızdır.

Zübeyir Tercan:Onu konuştuk.

Abdurreşid Şahin:Evet. Ama gerçekten çok müthiş bir aldanış var bizde. Hep böyle sanki...

Zübeyir Tercan:Yüzümüze baka baka diyor. Güya malınızdır. Hani siz de biliyorsunuz öyle olmadığını bak ben de biliyorum ve söylüyorum. Ama size...

Abdurreşid Şahin:Ben şaşırıyorum bazen. Bazen tabi ki ben konuşuyorum tabi ki benim elim ben yapıyorum böyle filan. Ben kendi kendime düşünüyorum. Bunu bu rahatlıkta diyemiyorum. Bir insan nasıl bu kadar rahat der.

Zübeyir Tercan:Alışkanlık.

Abdurreşid Şahin:Düşünürken ne yapıyorum? Sorguluyorum kendimi bekliyorum bekliyorum pat geliyor yani. Ondan sonra o bilgiye sahipleniyorum. Benim zekâmın bir ürünü. Ne yaptın kardeşim? Hiçbir şey yapmadın.

Zübeyir Tercan:Hazır bekledin gelsin diye. Pat geldi. Geldiğini de tarif edemiyorsun niye geldiğini de tarif edemiyorsun.

Abdurreşid Şahin:Evet.

Zübeyir Tercan:Kuyudan su çekersin ya iple böyle bir ameli bile yok. Böyle hım hım kasıyorsun bekliyorsun yok öyle bir şey. Gelmezse gelmiyor.

Abdurreşid Şahin:Öyle gerçekten öyle.

Zübeyir Tercan:Örnek.

Abdurreşid Şahin:Sesin kısılıyor konuşamıyorsun. Kısılmayınca konuşuyorsun. Konuşurken ne yapıyorsun? Hiçbir şey yok. Gerçekten öyle. Ben düşününce böyle, bu ses, anlamlı sesler. Nasıl ben bunu yapıyorum yani? Ne yapıyorum ben burada?

Zübeyir Tercan:Gerçekten ne yapıyorum?

Abdurreşid Şahin:Bir fotoğraf makinesi yapıyorlar. O da dışarıdakini göstermek için sadece. Benim gözüm en ince pikseline kadar görüyor. Veya en ince pikseline kadar görecek olan aletle de görüyor. Ve anlamlandırıyor. Ve hüküm veriyor. Bu, bu, bu diyor. Bu nasıl bir şey?

Zübeyir Tercan:Deli bir şey.

Abdurreşid Şahin:Çok deli bir şey gerçekten. Güya malımızdır. Güya malımız dediğimiz şeyi ben kendim bilmiyorum. Ne olduğunu bilmiyorum. Mahiyetini dahi bilmiyorum. Gözde neler olduğunu dahi bilmiyorum. Ne malım ben ya. Sadece zahiri kısmını biliyorum. Güya malımız işte. Ben güya kısmını biliyorum zaten bildiğim de.  İnsanın sahip olduğu şeyler hakkındaki bilgisi de güya kadar yani. Güya biliyorum yani. Bir şey bildiğim yok aslında.

Zübeyir Tercan:Dolayısıyla etrafımda bana ilintilenmiş şeylere sahipleniyorum benim diyerek.

Abdurreşid Şahin:İnsan böyle durup oturup "nedir lan benim olan" diye sorması lazım. Nedir benim olan?

Zübeyir Tercan:Hakikaten bana ait..

Abdurreşid Şahin:Geçen bir zamanlar uzun zaman oldu. Adamın evi varmış bir yerde Çatalca'da denizin, sahilin kenarında bir yerde. Biz yanında başka birinin evine gittik orada. Sen haftada bir zaten şey sene de bir defa geliyormuş zaten. Bize buyurun oturun. Denizde yüzdük bilmem ne yaptık filan. Orada kaldık filan. Yan tarafta bir tane bayağı üç katlı böyle lüks bir şey vardı. Villa tarzında bir şey vardı. Adam daha böyle alalı bir kere mi iki kere mi ne gelmiş. Bir hastalığı varmış duramıyormuş zaten gelemiyormuş filan. Benim demesinin bir anlamı var mı onun? Hâlbuki orada oturan onun bakıcıları parayla tuttuğu hizmetçiler bütün gün orada kalıyorlar, yıl boyunca orada kalıyorlar. Kimin o kim kullanıyor onu? Bu manada da yani bizim sahiplendiğimizi zannettiğimiz şeylerin sadece bir vehimden ibaret olduğu çok bariz belli değil mi? güya. İnsan düşünsün neyin sahibisin.

Zübeyir Tercan:Bütün gün üzerinde bile otursa bile gene onun olduğunun ispat etmez ki.

Abdurreşid Şahin:Evet, güya malım. Tutmuyorum ki tutamıyoruz ki. İlginçtir geçen benim çok dikkatimi çekmişti. Sahiplendiğin anda kayıplar başlıyor. Bir de burada ileride onu söyleyeceği için önemli olduğunu söylüyorum. Burası. Çünkü sahiplendiğin anda endişeler, ıstıraplar, acılar, tasalar, dertler de başlıyor. Bütün aslında bütün dertlerin bütün ıstırapların bütün elemlerin kaynağı da bu sahiplenmek.

Zübeyir Tercan:Evet. Değil mi?

Abdurreşid Şahin:Öyle değil mi? Çünkü niye endişe ediyorsun? Sahip olduğun şeyin kaybolmasından endişe ediyorsun. Veya sahip olup olamayacağından dolayı endişe ediyorsun.

Zübeyir Tercan:Ya sahip olamadığından veya sahip olup tutamadığından.

Abdurreşid Şahin:Evet. Dolayısıyla sahiplenme ile endişe başlıyor. Bir endişe, elem, ıstırap başlıyor. He bu sahiplenme duygusu niye verilmiştir, o ayrı bir mesele. Yaratıcıyı tanımak, ona o duygunun varlığını gerektiriyor. Çünkü sahibi kim, sahibi bu işin kim, sahibidir, kimin sahip olduğunu bulmam için gerekli olan bir şeydir.

Zübeyir Tercan:Sahiplenmeyi de öğreniyorum.

Abdurreşid Şahin:Evet sahiplenmek suretiyle sahibimi tanıyorum. Eşyanın sahibini tanıyorum. Bunun için gerekli bir şey. Ama mesele şu. Bunun bir tanımak için verilen bir alet olduğunu unutup da o duygunun, gerçekten eşyanın ve her şeyin sahibi olduğunu zannetmeye başladığım anda işte o sahip o gerçek sahip senden her şeyi almaya başlıyor. Daha doğrusu sana yanlış yaptığını vurgulamak için endişeler, ıstıraplar, dertler, derd-i maişet...

Zübeyir Tercan:Uyarıcı gönderiyor sana.

Abdurreşid Şahin:Derd-i maişet bak maişet derdi çekiyorsun. Hâlbuki sahiplenmeyen birine maişet derdi diye biri olmaz. Ben de onunum. Ben kendimin değilim. Ben de onunum. Ben onun, benim olmayan şeyin derdini niye çekeyim ki o çeksin benim derdimi. Tırnak içerisinde. O yüzden rahat. Ona atar mümin. Bugün onu konuşuyorduk değil mi? İşe niye gidiyorsun?

Zübeyir Tercan:Rızkımı kazanmak için.

Abdurreşid Şahin:Mi? Peki niye gidiyoruz, gitmemiz gerekiyor?

Zübeyir Tercan:Gitmezsek aç kalırız. Az önceki cümle formatında kuralım. Ben işe gitmezsem -işe gitmek demek gidip rızkımı söke söke alacağım ya- aç kalırım. Dolayısıyla işe gideceğim. O parayı kazanacağım. Gideceğim rızkımı alacağım. Geleceğim karnımı doyuracağım.

Abdurreşid Şahin:Bak sahiplendin, endişelendin.

Zübeyir Tercan:Hem de zincirleme sahipleme kazası.

Abdurreşid Şahin:Endişeler de geliyor bir yandan.

Zübeyir Tercan:Ya kazanamazsam ya firma batarsa ya da bilmem ne.

Abdurreşid Şahin:Yoo sadece bedenimin ne yapıyorum? Bedenimin ihtiyacını nerden almam gerektiğini öğrenmek için gidiyorum ondan istiyorum. O veriyor yani. Başka bir şey yok. Nerden vereceksin? He şuradan vereceksin.

Zübeyir Tercan:O veriyor dediğin Allah veriyor.

Abdurreşid Şahin:He şu işten veriyor veya şu işten veriyor şuradan veriyor. O kadar. Sahiplendiğin anda derdini, tasasını da çekersin. Birazdan onu da anlatacak. Oraya girmeyelim işte. Güya malımızda kalalım. Güya malımızdır. Bizim malımız değildir yani. Bunu düşünmek lazım. Oturup şöyle neyin sahibiyim? Düşün, düşün, düşün anlayacaksın ki hiçbir şeyin sahibi değilsin. Hiçbir şey de sahip olamıyorsun. Çok bariz değil mi? Lezzetin bile sahibi olamıyorsun. Lezzet ağzından çıkıp gidiyor. Tutamıyorsun.

Zübeyir Tercan:Aynen.

Abdurreşid Şahin:Öyle değil mi?

Zübeyir Tercan:Tabi canım.

Abdurreşid Şahin:Nedir o zaman sahip olduğun ki. Bir düşün. Nedir senin sahip olduğun? Bedenim benim sahip. Aha işte ya. Zaman sürecine soktuğun zaman baktığın zaman siyah saçlıydın bembeyaz oldu. Neyin sahibisin?

Zübeyir Tercan:Saçlar da senin değil abi.

Abdurreşid Şahin:İşte mesele orada.

Zübeyir Tercan:Onu da bulamayanlar var.

Abdurreşid Şahin:Kel olanları diyorsun.

Zübeyir Tercan:Sahip olduğumuz tek şey daha evvelki konuşmalarımıza atıf yapalım. Tercihlerimiz. Değil mi? Yani benim tercih ettiğim şeylerden başka hiçbir şeyim yok. Tercih ettiğim kendisi değil yalnız. Tercih etmek sadece. Ya bunu ya bunu tercih ediyorum. Bir tek bunu sahiplenebiliyorum.

Abdurreşid Şahin:O da öyle yani. Sanki. Onun çünkü veriliş hikmeti de başka. O ayrı mesele kader meselesine geldiğimiz zaman konuşacağız.

Zübeyir Tercan:Ama böyle bir şey demiştik değil mi? Bizim gerçek anlamda sahibim diyebileceğimiz şey gerçek anlamda demeyelim de en kuvvetli sahip olabileceğimiz şey tercihlerimiz olacak. Ben neyim? Tercihlerimim.

Abdurreşid Şahin:Evet.

Zübeyir Tercan:Beni tanımlayan şey elim kolum değil tercihlerim.

Abdurreşid Şahin:O kadar. Çünkü ötekiler bize zaten hiç ait değil.

Zübeyir Tercan:Evet. Peki nasip olursa bir sonraki programda yine altıncı sözde görüşmek üzere.

Abdurreşid Şahin:Hoşça kalın Allah'la kalın.