İman Hayatı Nasıl Güzelleştirir? - (134. Bölüm)

17.04.2017

Holografik Bakış (134. Bölüm)

Zübeyir Tercan:Holografik Bakış’a tekrar hoş geldiniz. Şimdi elimize ulaşan bir fermana göre çok kıymetli bir ticaret varmış efendim. 6. Sözdeyiz, 6. Sözde Padişahın bize yaver-i ekremi ile gönderdiği fermanı okuyorduk.

Daha doğrusu kâinatta her tarafımızda bulunan ama ancak o nazarla bakarsak okuyabileceğimiz fermanı okumaya çalışıyorduk. Aczimiz lisanıyla bize tebliğ edilmiş ferman. Aczimiz lisanıyla, ikramlarla pekiştirilmiş ferman. Bu bütün bu söylediklerim ne demek diyorsanız hemen bir önceki programa giderek oradan toplanıp geliniz efendim.

Şimdi daha şiddetli konulara giriyoruz.

Onlar, şu iltifâtı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adam o iki adamdan aklı başında olanı dedi:

-Baş üstüne, ben maaliftihar satarım. Hem, bin teşekkür ederim.

Memnun oldu adamcağız.

Abdurreşit Şahin:  Bu fermanı dinlemek şart. Dinleyeceğiz. Nasıl dinleyeceğiz? Duygularımıza bakacağız. İnsaniyetimize bakacağız. İnsaniyetimiz zaten bizi bu fermanı bize söyleyecek. Gerçekten anlamıyorum, bazen böyle. Büyük bir akılsızlık olduğunu anlıyorsun o zaman.

Zübeyir Tercan:Hazır olun arkadaşlar geliyor.

Abdurreşit Şahin:Yani.

Zübeyir Tercan:Valla biz bir şey yapmadık.

Abdurreşit Şahin:  Bir yaratıcının sonsuz kudret sahibi bir yaratıcının olduğunu reddetmenin insana ne faydası var?

Zübeyir Tercan:Yok yok biz…

Abdurreşit Şahin:Bunu hani akıl kabul eder ya? Gerçekten akılsızlık.

Zübeyir Tercan:Niye öyle dedin?

Abdurreşit Şahin:Hadi diyebilirsin “ben böyle bir yaratıcı kabul etmek istemiyorum.” Ha tamam. Yaratıcının mahiyeti hakkında, yaratıcının nasıl olması gerektiği hakkında tartış ama yani yaratıcıyı yok etmek, yok saymak kabul etmemek senin ne menfaatine. Bu kâinatta duygularına, insaniyetine yani kendine bakan biri…

Zübeyir Tercan:Tüm ihtiyaçlarına.

Abdurreşit Şahin:Tüm ihtiyaçlarına bakan biri…

Zübeyir Tercan:Sonra da dönüp dese ki.

Abdurreşit Şahin:Kendini kandırmayan biri bal gibi anlar ki kendini kandırmayan biri “ben yaptığımın hiçbir anlamı yok. Ha şimdi ölmüşüm ha yarın ölmüşüm. Ha bir sene sonra ölmüşüm ha on sene yüz sene sonra ölmüşüm. Fark etmez ki. Eğer sonu hüsransa yokluksa varlığın bir anlamı yok. Ne yaptığımın bile bir anlamım yok.” Efendim insanları mutlu. İnsanları da mutlu olacak insanlar da ölecekler. Dolayısıyla onlar için de bir anlamı yok o zaman benim için söylüyorsan. Bir mantığı yok ki.

Zübeyir Tercan:Oyalanıyorsun yani.

Abdurreşit Şahin:Bunun karşılığında sana ebedi bir hayat var eden, ölümü yok eden senin için…

Zübeyir Tercan:İhtiyaçlarını karşılayan.

Abdurreşit Şahin:İhtiyaçlarını karşılayan bir anlayış varsa eğer bunu reddetmenin akılla ne alakası vardır? Sen %100 belli ki bir hastasın, kanser hastasısın %100 öleceksin, orada bir ilaç olduğu en azından sunuluyor. Bu ilacı reddetmek bu bütün senin problemini çözecek denilen bu ilacı reddetmek hatta onu on sene değil on beş sene uygulaman lazım dese on beş sene bunu kim uygulayacak kim bu ilacı tatbik edecek der misin?

Zübeyir Tercan:Demezsin.

Abdurreşit Şahin:Bir kere zaten gidiyorsun ya. Yokluğa gidiyorsun hiçliğe gidiyorsun anlamsızlığa gidiyorsun abesiyete gidiyorsun. Değil mi?

Zübeyir Tercan:Bu şuna benziyor abi.

Abdurreşit Şahin:Ne mantık var? Burada diyor ki akılsız, aklı başında olan dedi ki. Bir dakika, fermanı dinledi. Fermanı dinlemek için İncil’i, Tevrat’ı Kur’an’ı dinlemeye gerek yok. Benim insaniyetim bu fermanı zaten bana gösteriyor. Hayatın her şeyi her anı hayatta yaşadığım her şey bana bunu ilan ediyor zaten. Kur’an onu pekiştirmek için söylüyor bana. Onu tefsir ediyor. Anlayamıyorsan anla diye gelmiş o vahiy.

Zübeyir Tercan:Eyvallah.

Abdurreşit Şahin:İnsan ölüm karşısındaki duruşundan sevgi karşısındaki sevginin yitirilmesi karşısındaki duruşundan anlayabilir bunu rahatlıkla bu fermanı. Yani ben sonsuz bir sevgiyle bağlandığım bir şeyi kaybetmekle yüzyüze kalmışım.

Zübeyir Tercan:Ve diyorum ki “yok yok kaybedeceğim.”

Abdurreşit Şahin:“Kaybedeyim ne olacak” diyebiliyor musun? Diyemiyorsun belli. İntihar edişin de bundan belli. Çünkü bu kaybetmeye tahammül edemiyorsun. “Bunu kaybedersem hayatım bir anlamı yoktur” diyebilecek kadar çok seviyorsun onu. Neyse o anlam verdiğin şey. Eee.

Zübeyir Tercan:“Müzik benim hayatımın anlamı.” 60’ını geçtikten sonra yapamayacaksın onu.

Abdurreşit Şahin:Eee. Gerçekten eee.

Zübeyir Tercan:Örnek.

Abdurreşit Şahin:Eee o zaman sana biri dese ki etrafında da görüyorsun senin ihtiyaçların her hâlükârda karşılanıyor. Acıkmana bir engel yok sevgi ihtiyacına karşılanıyor. Sürekli veriliyor. Seveceğin şeyler yaratılıyor, her tarafta var. Görmek isteyen için her yerde var. Öyle olduğu halde sen bu alternatifi niye dünyana hiç getirmiyorsun? Sen tamamen akılsızsın ya. Yani kendisine sonsuz bir yaratıcının varlığı bildirildiği halde ve gerçekten o ihtiyacını gören bir konumdayken yani muhtaç olduğunu fark eden bir insana ihtiyacını fark eden bir insana, insan âlemden alemin ilanını duyan bir insana sen biri dese ki “ya belki sonsuz bir yaratıcı var. Bütün ihtiyaçlarını karşılayacak” dese. En azından ihtimali değerlendirmek insaniyetin bir gereğidir. Aklı başında olan bunu değerlendirir.

Zübeyir Tercan:Başından beri bunu söylemeye çalışıyorum.

Abdurreşit Şahin:Aklı başında olan bunu değerlendirir. Sen akılsızsın o zaman. Yani fermanı işitip de fermanı kâinatla duygularıyla duyup da hissedip de o fermanın onu götürmek istediği yeri reddeden bir insan akılsızdır ya.

Zübeyir Tercan:Bu şeye benziyor. Devlet hani bazı hastalıkların ilacını veriyor ya sigortadan filan. Adamın da bir ilacı var kutusu 10.000 lira. Diyorlar ki “bak devlet bunu veriyormuş. Yok, yok vermez. Yok, öyle bir şey. Nasıl bir sor? Bu ihtiyacınla baş başasın. Böyle saçmalık mı olur?” Aynen bunun gibi bütün dünya dolusu ihtiyaçların var ve bitmiyorlar ve bilmem ne. Diyor ki birisi “bak bütün bu ihtiyaçların bunları sana ebedi verebilecek bir yaratıcının şeyleri aslında. Verebilir sana hepsini ebedi. Yok yoktur öyle bir şey.”

Abdurreşit Şahin:Veriyor, verebilir değil, veriyor. Her verdiği zaten sonsuz. Her verdiği sonsuz. Bir şeyin var olması sonsuz kudreti gerektiriyor. Ve sonsuz kudret gerektiren bir şey sana geliyor.

Zübeyir Tercan:Doğru.

Abdurreşit Şahin:Sonsuz kudret gerektiren bir şey senin eline takılıyor.

Zübeyir Tercan:Yani elindeki her şeye bak sonsuz kudret lazım ki bu gelmiş olsun.

Abdurreşit Şahin:Evet. Her şeyle zaten bunu gösteriyor. Bak ilan var. O da var yani. Onu karşılayan da var. Karşılanıyor. Sen biraz aklını ek kullansan bir şeyin varlığı için bütün kâinatın varlığının gerekli olduğunu bilirsin, anlarsın.

Zübeyir Tercan:Çünkü öyle kurmuş mekanizmayı, öyle gösteriyor.

Abdurreşit Şahin:Bakıyorsun bir şeyin varlığın arkasını deştiğin zaman, bir çiçek var olması için bütün kâinat var olması gerekiyor. Bu kâinatın bu şekilde başlangıcından sonuna kadar bütün bu sistemiyle birlikte güneşiyle, yıldızıyla, galaksisiyle, onlar arasındaki ilişkisiyle birlikte böyle olması gerekiyor.

Zübeyir Tercan:İki tane yıldız eksik olsa oradan, atıyorum yani.

Abdurreşit Şahin:İki tane yıldız eksik olsa ondan anlaşılmayabilir de bağlantıyı kurduğun zaman mesela yani suyu kaldırsan ortalıkta bir şey kalmıyor.

Zübeyir Tercan:E tabi canım.

Abdurreşit Şahin:Güneşle dünya arasındaki ilişkiyi söksen yine ortalıkta bir şey kalmıyor.

Zübeyir Tercan:Ooo, aynen.

Abdurreşit Şahin:Bunun gibi.

Zübeyir Tercan:Doğru. Mesela içinde bulunduğumuz dünyada yer çekimi gibi bir tanecik basit şeyi güya aradan çıkaracak olsan o çiçek olmayacak filan gibi.

Abdurreşit Şahin:Evet, bu sistem her şey sistemin içerisinde işliyor ve bu sistem biri tarafından sürekli canlı tutuluyor, sürekli yaratılıyor. Dolayısıyla çiçek sürekli yaratılıyor. Benim ihtiyacım her an karşılanıyor.

Zübeyir Tercan:Zaten karşılanıyor.

Abdurreşit Şahin:Karşılanıyor ya. Haa kim karşıladı bunu? Eğer sen neden dersi o yirmiüçüncü sözdeki o hakikat çok dehşetli. Neden yetmez oluyor? Neden beni şöyle söyleyeyim.

Zübeyir Tercan:Ne yetmez oluyor?

Abdurreşit Şahin:Şu manada söylüyorum. Bir çiçeği toprağa verdiğin zaman çiçeğin değeri düşüyor. Yani aslında onda tecelli eden kudretin sonsuzluğunu görmüyorum.

Zübeyir Tercan:Hee, toprağa vermekten kastın topraktan geldiğini düşünürsen.

Abdurreşit Şahin:Evet topraktan geliyorsa çiçek çok basit bir şeydir. Toprak bile yapabilir yani demeye getiriyorsun ve kıymetsizleştiriyorsun. Dolayısıyla aslında o çiçeğin arkasındaki ilanı görmüyorsun. Sonsuz kudreti görmüyorsun. Bir düşün bakalım. O çiçek sıradan bir şey midir? O çocuk sıradan bir şey midir?

Zübeyir Tercan:Hımm.

Abdurreşit Şahin:Bir düşün.

Zübeyir Tercan:Eğer çiçeğe dersen ki bu toprağın işte belli bir süreçlerden sonra ortaya çıkardığı bir şeydir.

Abdurreşit Şahin:evet, toprağın dünyanın bilmem neyinse o zaman çok kıymetsizleşiyor. Dolayısıyla aslında bunu kıymetsizleştirmek suretiyle kendinin dayanacağın mercii değersizleştirmiş oluyor. Dolayısıyla işte o zaman esir oluyorsun.

Zübeyir Tercan:Yani ben elime açlığımı alıyorum ve kâinatta gezmeye başlıyorum. Ve gördüklerime de soruyorum. “Arkadaşlar bak bende açlık gibi bir şey var. İbi dibi gelmiyor, durduramıyorum, susturamıyorum bunu kurtulamıyorum. Bana ne olur bir şey söyleyin. Bu derdime deva olsun.” Gidiyorum patates görüyorum. Diyorlar ki “bu topraktan oldu.” He peki. Bugün var yarın yok. Elma bu da öyle. Benim açlık var arkadaşlar yardımcı olsanıza. Hiç birisi bana demiyor ki “sonsuz yaratabilecek bir kudret sahibi var. O derdin dert değil” demiyorlar yani. Bunu diyorsun sen.

Abdurreşit Şahin:evet. Hazreti İbrahim’in arayışı işte. Ne yapıyor?

Zübeyir Tercan:La uhibbul afilin.

Abdurreşit Şahin:La uhibbul afilin. Ne demek yani?

Zübeyir Tercan:Batıp gidenleri sevmem.

Abdurreşit Şahin:Sevmem demek ne demek?

Zübeyir Tercan:Bana derdime…

Abdurreşit Şahin:Derdime derman olamaz ki. Nasıl seveyim ben onu?

Zübeyir Tercan:Hâlbuki güneş, ilk başladığı da o. Bakıyor çok haşmetli filan. Tamam, bu, bu iyi. Bu benim işimi görür. Hop gitti. Söndü gitti.

Abdurreşit Şahin:Sönerse benim ihtiyacımı görmüyor. Mesele orada. O sönerse, sönen bir şey sönmeyen bir ihtiyacı nasıl giderecek? Bitmeyen bir ihtiyacı nasıl, kendisi biten bir şey bitmeyen bir ihtiyacı nasıl giderecek? Kendisi eksilen bir şey eksiksizlik isteyen bir duyguyu nasıl tatmin edecek?

Zübeyir Tercan:Eyvallah. Çok güzel.

Abdurreşit Şahin:Mümkün değil. O zaman sana böyle biri var dediği zaman ki böyle biri olabilir bir düşün.

Zübeyir Tercan:Olabilir bile dese.

Abdurreşit Şahin:Düşün dese insanın düşünmesi lazım. Böyle bir ihtimali insanın dünyasından uzaklaştırması kadar aptallık yoktur. Akılsızlıktır bu gerçekten. Bırakın o yaratıcı iddialarında bulunan insanların yaptıkları seni ne ilgilendirir? Yanlışları bilmem neleri seni ne ilgilendirir? Sen onunla uğraşma.

Zübeyir Tercan:Sen kendi derdinin şeyine bak.

Abdurreşit Şahin:Derdinin dermanını ara. Onlar böyle yapıyorlar da, şöyle yapıyorlar da ama şöyleler de böyleler de. Bunlar kuru bahane ya.

Zübeyir Tercan:Git adama sor yaratıcı olduğunu iddia eden adama. Benim sonsuz açlığımı geçirebiliyor musun? Vıdı vıdı vıdı. Tamam teşekkürler. Geç git. Bu kadar basit.

Abdurreşit Şahin:Benim sonsuz ihtiyacımı karşılayacak biri var yani. Bu kâinat zaten bana bunu da ilan ediyor. Her yaratılış, mutlak kudret, mutlak irade, mutlak ilim gerektiriyorsa ee her yaratılışta muhatap oluyorum ben buna. Bunu sürekli zevk ediyorum, sürekli gözlemliyorum, sürekli yaşıyorum bunu zaten.

Zübeyir Tercan:Topu niye taca atıyorsun o zaman?

Abdurreşit Şahin:Topu niye taca atıyorsun? Atma. Akılsızlıktır işte bunu gördükten sonra inkâr etmek gerçekten akılsızlıktır. Akılsızlık, bunu aklı olan bunu. Yani bu insaniyetini görememekle alakalı bir şeydir. İnsaniyetini reddetmekle alakalı bir şeydir. Sonsuzu ancak insan görür.

Zübeyir Tercan:Çok da azap bir şeydir. Arkadaşlar benim bir açlığım var. Görüyorsunuz. İbi dibi gelmiyor, sonsuz. Ve ben bunu çözemedim. Budur yani Türkçesi budur. Bu böyle benim azap olarak.

Abdurreşit Şahin:Hayatının her anını dilencilikle geçecek. Kim verecek diye sürekli. Bir de yani öyle ki merhametten yoksun bir mevcudata varlıklara dileneceksin sürekli. Bunun azabı sana yeter de artar bile. Cehenneme gerek yok. Cehennem işte bu. Senin ihtiyaçlarının varlığı ve ihtiyaçlarını karşılayamıyor olman ve ihtiyaçlarını karşılamak için müracaat edeceğin merciin şefkatsiz, merhametsiz ve gaddar olması sana yeter zülüm olarak.

Zübeyir Tercan:Az önceki bir önceki programdaki askerin rahatlığını hatırlayın hâlbuki. Yaveri bir paşanın yaveri yiyeceğinden bile endişe etmiyor. Adam özgür, gerçekten özgür.

Abdurreşit Şahin:Yani bu cehennem içinde zaten. Sana bu cehennemden çıkman öneriliyor sadece.

Zübeyir Tercan:Güzel tabir.

Abdurreşit Şahin:Ve gerçekten onun adına yaptığın zaman…

Zübeyir Tercan:Dışarıya buyurmaz mısınız cennete? Hayır, burada iyiyiz biz.

Abdurreşit Şahin:Yok, kurtulmanın çaresi yoktur diyor.

Zübeyir Tercan:Olamaz diyor.

Abdurreşit Şahin:Olamaz diyorsun. E tabi olamaz dersen olmaz. Yani dışarda güneş var. Perdeni kapatmışsın. Diyorsun ki “karanlık” diyorsun. Karanlıktan şikâyet ediyorsun. “Kardeşim pencereyi aç” diyorlar. Olmaz dışarısı da karanlık, her yer karanlık.

Zübeyir Tercan:Bol şans.

Abdurreşit Şahin:Yapacak bir şey yok. Hatta açıyorlar pencereyi sen gözünü kapatıyorsun bu sefer.

Zübeyir Tercan:Ağzının ortasına.

Abdurreşit Şahin:Öyle ya gözü kapıyor. Gözünü kapatan güneşten kendisini. Allah kimseye merhametsizlik etmez herkese merhamet eder. Çünkü herkes Allah’ın bir kulu. Herkes Allah’ın mülkü, kulu. Niye o kula zulmetsin ki? Kendi mülkü zaten. Kendi çocuk gibi yani. İnsan “kendi çocuğuna” zulmeder mi? Mümkün değil. Ama sen sırtını dönmüşsen sen kendine zulmediyorsun. O da senin tercihin. Seni çekmek istese de sen dönüyorsun yine. Bırak bu işi bırak bu inadını. Akılsızlığı bırak.

Zübeyir Tercan:Meşhur ateistlerden iki tanesini davet edelim.

Abdurreşit Şahin:Gerçekten akılsızlık yani. Ben düşünüyorum, düşünüyorum kendi insaniyetimle demiyorum ki dindar kimliğimle böyle diyorum. Hayır, ben insan kimliğimle baktığım zaman Üstat bir yerde onu söylüyor. İman diyor şeytandan başka şeytan-ı racimden başka imana hizmet etmeye kimse karşı çıkmaması lazım diyor. Çünkü diyor…

Zübeyir Tercan:İmansızlıkta hiçbir lezzet yok.

Abdurreşit Şahin:İmansızlığın hiç bir lezzeti yok, hiçbir şey yok.

Zübeyir Tercan:Günahta münahta hadi belki olsun da diyor.

Abdurreşit Şahin:Evet, günahta hasis bir lezzet olabilir. Ama imansızlıkta insana bir fayda yok lezzet de yok bir şey de yok. Bunu şeytan-ı racimdenbaşka kimse bunu inkâr edemez, etmemesi lazım. Ama bu gerçekten akılsızlık.

Zübeyir Tercan:Böyle şeyi de akıl…

Abdurreşit Şahin:Demek akıl zaten ne demek? Akıl tarifi yaparken bunu daha önce de konuşmuştuk. Zararını menfaatinden ayırt eden demek. Cenneti cehennemden tefrik eden demek. İçindeki cehennemi gördün, görüyorsun. Niye ısrar ediyorsun ki bu cehennemi sürdürmeye? Bırak şu cehennemi.

Zübeyir Tercan:Başka türlü olamaz çünkü.

Abdurreşit Şahin:İşte oraya bakmak lazım. Niye ısrar ediyorsun bu cehennemde? Biraz da belki bizim dünyamızda kendimizin bakarken de böyle bakmamız gerekiyor. Başkasına da muhatap olurken böyle muhatap olmak gerekiyor. Cehennem var değil? İçin yanıyor senin. Ben içimin yanmasına tahammül edemiyorum. Senin içinin yanmasına da tahammül edemiyorum. Evladım yanıyor içimde diyor ya Üstat. Bu yangını söndürmeye koşuyorum biri bana diyor ya orada evladım yanıyor, içim yanıyor yani. Ki insanın evladı kendisinden daha önem verdiği bir şeydir. O zaman herkesi bu yangın içinde gören bir insan değil mi? O zaman o insana çözüm önerebilir. Ya ilerde yanacaksın değil. Şu anda yanıyorsun. Mesele o. Bu önemli gibi geliyor. Ve şu anda huzur veriyor sana iman. Şu anda. Cenneti bir haleti yaşatıyor sana.

Zübeyir Tercan:Aynen.

Abdurreşit Şahin:Ben gerçekten bir sürü başımda dert var hani bu hastalık baş ağrısı bilmem ne ilaç aldığında bir rahatlıyorsun şöyle oh be dünya varmış diyorsun. Aynen onun gibi. Sıkıştığın zaman bilmem ne yaptığın zaman rahatlayınca oh be diyorsun değil mi? Rahatlıyorsun. İçindeki o mesela bir arkadaşında küsmüşsün, dargınsın. İçin içini yiyor rahatsız ediyor, yerinde duramıyorsun, öfkeden kuduruyorsun bilmem ne yapıyorsun gelsen ama özür diliyorsun.

Zübeyir Tercan:Kalkıyor o niza.

Abdurreşit Şahin:Bir anda rahatlıyorsun, onun tatlı bir ifadesi “ya sıkma canını” filan deyişini oh be diyorsun. Ya nasıl insan nasıl bunu görüyorsun bak. İçinde müthiş bir ferahlama var. Demek ki iman.

Zübeyir Tercan:Bunu istemiyorum denmez işte.

Abdurreşit Şahin:Bunu niye istemiyorsun ki bunu sen?

Zübeyir Tercan:Akılsız olması lazım.

Abdurreşit Şahin:Evet. Yeter herhalde.

Zübeyir Tercan:Peki, efendim.

Abdurreşit Şahin:Bundan sonra da şeye geçeriz herhalde.

Zübeyir Tercan:Diğer adam çok şiddetli. Onu geçmek lazım.

Abdurreşit Şahin:Diğer mağrur. He şimdi akılsızlığın sebebini anlatacak. İnsan niye akılsızlığı tercih ediyor?

Zübeyir Tercan:Çok feci çok.

Abdurreşit Şahin:Akılsızlığa nasıl razı oluyor insan?

Zübeyir Tercan:İpucu verelim mi hafiften?

Abdurreşit Şahin:Ver.

Zübeyir Tercan:Mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbîn, ayyaş. Bir de bir de bir şey var. Hayal şeyi var. Güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzele ve dağdağalarından haberi yok. Adamın da bak hafifletici sebepleri var.

Peki efendim. Nasip olursa yine 6.sözde bir sonraki hafta fermanı okuduk, bu iki adamdan ikincisi aklı başında olmayan niye böyle yapmış onu irdeleyeceğiz nasipse. Allah’a emanet olun.

Abdurreşit Şahin:Hoşça kalın, Allah’la kalın.