Doğruyu Bildiğimiz Halde Neden Yanlışı Seçiyoruz?

Doğruyu bildiğimiz halde neden yanlışı seçiyoruz?

"'Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler' âyetinin sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir."

İnsan, her zaman doğruyu yanlış bildiği veya yanlışı doğru bildiği için değil; çoğu zaman da doğrunun doğru olduğunu, yanlışın yanlış olduğunu bile bile hataya düşer. İktisadın, sabrın, cömertliğin, dürüstlüğün, izzetin iyi olduğunu kabul eden, hatta sorulduğunda bu hasletlerden övgüyle bahseden insanların bile zaman zaman israfa, sabırsızlığa, cimriliğe, yalancılığa, zillete düştüklerine şahit oluruz. Peki, doğrunun doğru olduğu veya yanlışın yanlış olduğu kalpte bir iman olarak mevcut olduğu halde böylesi hatalar neden tekrarlanır?

İşte, Servet Çöp'ün hazırlayıp sunduğu, TV111 ekranlarında izleyicisiyle buluşan Nükte programında bu sorular eşliğinde bir ahirzaman sınavı olarak 'hazır lezzetlere müptelalık' meselesi ele alındı.

Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'da, bu zamanın bir kulluk problemi olarak 'acelecilik' yani 'hazır ve çabuk olana müptelalık' meselesini ele aldığını anlatan Çöp; bu nefsî tutumun hayata hâkim olması nedeniyle insanın doğruyu bildiği halde yanlışa kapılabildiğini belirtti. Bu 'kapılış'ın doğrudan imanî bir problemden değil; nefsin acele ve çabuk olanda aradığı lezzetten kaynaklandığını belirten Çöp; bu hastalığın tedavisinin ise hayatın merkezinde nefsin ve haz almanın değil ruh ve vicdanın olmasıyla mümkün olabileceğini belirtti.

 

 

Tüm Haberler

Tümü için tıklayın...